Uzun zamandır uluslararası siyasetin önemli bir konusu olan iklim değişikliği ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri, Kasım 2024 ABD seçimlerinden sonra birçok değişikliğe, hatta topyekûn bir küçülmeye doğru evrilebilir. İklim değişikliği ile mücadele konusu son zamanlarda öyle bir noktaya oturtuldu ki, ülkeler, ekonomik üretkenlikleri ve potansiyelleri ile çevreye duyarlılık arasında bir seçim yapmaya zorlanır oldu.
Kasım 2024 ABD başkanlık seçimi sadece 350 milyonluk Amerika Birleşik Devletleri'nin iklim politikalarını değil, dünyanın ileri gelen ve gelişmekte olan ekonomilerinin konu üzerindeki görüşlerini de etkileyecektir. Önceki ABD Başkanı Donald Trump ve rakibi Başkan Yardımcısı Kamala Harris'in temsil ettiği görüşler arasındaki büyük fark, Kasım 2024 seçimlerinin sonucunda tamamen zıt iki yoldan birine girileceğini gösteriyor. Nitekim küresel iklim değişikliği konusu ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri, coğrafya ya da ülke bazında değil tüm dünyayı ilgilendiren sorunlara dikkat çekmekte ve ortak hareket gerektiren potansiyel çözümler sunmaktadır.
Donald Trump'ın Fosil Yakıt Üretimi ve Serbestleştirme Politikaları
2017-2021 yılları arasında başkanlık yapan Donald Trump, 2024 kampanyası sırasında çevresel düzenlemelerin geri çekilmesi ve özellikle petrol üretimine ağırlık verilmesi gerektiğini vurguluyor. Trump, ABD ekonomisini kömür, petrol ve doğalgaza dayandırarak enerji egemenliği politikalarını sürdüreceğini belirtirken, bunun yanında fırsat oldukça yeni enerji teknolojilerine de yatırım yapılabilen, küresel anlamda mutlak bir enerji egemenliğine sahip politikalar yürüteceğine dikkat çekiyor. 2017-2021 döneminde federal arazileri petrol arama alanları olarak nitelendirmiş, ABD'yi Paris İklim Anlaşması'ndan çekmiş ve kömür sektörünü yeniden canlandırma çabalarına girişmişti. Trump'ın enerji politikaları, ABD'yi Avrupa'nın enerji politikalarından ayırarak kendi iç dinamiklerine odaklanmasını sağlamış ve en önemlisi de ABD'nin Avrupa enerji politikalarıyla değil, Amerikan enerji politikaları ile yönetileceğine önemle dikkat çekmiştir.
Trump'ın "Amerika İlk Sırada Gelir" (America First) politikası, ülkeyi daha çok iç üretime teşvik eden, uluslararası arenada bireyselleştiren, hatta ABD'yi gelişmiş dünya ekonomilerinden pek çok alanda ayrı tutan, Amerika'nın kendine has dinamiklerinin, uluslararası anlaşmalar ve ortaklıklar ile değil, yine Amerikan politikaları tarafından yönetilmesinin önemini vurgulamaktadır. Trump'a göre ABD'nin uluslararası iklim anlaşmalarıyla ya da topyekûn bir sürdürülebilirlik veya yeşil ekonomi mücadelesiyle kaybedecek vakti yoktur. ABD'nin zengin enerji kaynakları ve enerji üretim potansiyeli, bu politikaların uygulanmasını da kolaylaştırmaktadır. Trump'a göre ABD ekonomisi için zor ve pahalı olan "Yeşil Ekonomi" uygulamalarıdır, Biden-Harris yönetimi altında artan enflasyonu yeşil ekonomi politikalarına bağlayarak, bu politikaların ABD ekonomisine zarar verdiğini belirtmektedir.
Başkanlığı kazanması durumunda Trump yönetimi petrol şirketlerine uygulanan çevre odaklı regülasyonların sayısını ciddi oranda azaltıp, daha fazla fosil yakıt üretimi için gerekli atılımları yapacaktır. Bu durum, ABD'nin yeşil enerji dönüşümü hedeflerinden tamamen kopmasına sebep olurken, aslında iç piyasada yükselmiş enerji fiyatlarını düşürecek ve enerji fiyatlarının artması sebebiyle oluşan enflasyonu da kısa vadede dizginleyecektir.
En önemlisi Donald Trump ekonomik verileri düzeltmeyi başarabilirse, Biden ve Kamala hükümetine yaptığı eleştirilerde haklı çıkacak ve toplumdan gördüğü desteği de yükseltecektir. Bu durum, olası Trump hükümetinin yeşil enerji atılımlarını tamamen unutmasına ve ABD'yi daha da yoğun bir şekilde fosil yakıt ekonomisi olmaya yönlendirecektir.
Özellikle dünya çok kutuplu bir düzene evriliyorken, önümüzdeki dönemde olası bir yeni Donald Trump döneminde "global silahlanma yarışı" benzeri bir "global enerji üretimi yarışı" görmemiz çok olası. 2020 COVID salgınının etkileri ekonomik krizler ve enflasyon şeklinde devam ederken ülkeler arası anlaşmazlıklar ve silahlı çatışmalar iklim değişikliği ile mücadele ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri alanındaki çalışmaları oldukça kötü etkilemektedir. Tüm bu engellerin üzerine olası bir "global enerji üretimi yarışı" da eklenirse yeşil enerji, sürdürülebilir kalkınma ve iklim değişikliği ile mücadele konularının dünya genelinde, hatta belki bu konuların öncüsü Avrupa Birliği'nde dahi çok geri planlara atıldığı zamanlara şahit olabiliriz.
Kamala Harris'in Yeşil Enerji Vaatleri
Politika dili ve görüşleri açısından Donald Trump'ın tam karşısında bulunan Demokrat Parti Başkan Adayı Kamala Harris ise, kampanyasına oldukça iddialı yeşil enerji vaatleriyle başlamıştır. Başkan Yardımcısı olarak, Biden yönetiminin iklim değişikliği ile mücadele kapsamında fosil yakıt üretimini azaltması ve elektrikli araç üretiminin artırılması hedeflerini desteklemiş olan Kamala Harris, ek olarak ABD ekonomisinin 2050 yılına kadar sıfır sera gazı salımı ve 2035 yılına kadar da karbon nötr bir enerji sektörü hedeflemesi gerektiğini savunurken, bu tarz topyekûn bir mücadelenin iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini azaltmada önemli olduğunun altını çizmektedir. Olası bir Kamala Harris başkanlığında ABD, iklim değişikliği ile global mücadele konusunda Avrupa Birliği ile işbirliğini güçlendirerek, aynı zamanda da yeşil teknoloji atılımlarını teşvik eden bir iç politika önceliği yaratırsa küresel iklim diplomasisi alanında liderliğe oynayabilir.
Böylesine bir liderlik ABD'yi, küresel temiz enerji araçları üretiminde lider pozisyonda olan Çin Halk Cumhuriyeti ile yakın bir "yeşil enerji rekabeti"ne sokarak, özellikle gelişmekte olan dünya ekonomilerinin de bu sürece katılımını teşvik edebilir. Kamala Harris, vaat ettiği ciddi yeşil dönüşüm politikalarını yerine getirebilir ve sözlerini tutabilirse, uluslararası yatırımları yenilenebilir teknolojilere yönlendirecek ve fosil yakıtlardan uzaklaşmayı hızlandıracaktır.
Ancak unutulmamalıdır ki, şu anki Biden ve Harris yönetimi, ABD'de bir türlü Biden & Harris öncesi seviyelere indirilemeyen enflasyonun yanında, 2020 yılından beri uyguladıkları petrol üretimini kısıtlamaya odaklı çevre politikalarıyla ABD'de enerji fiyatlarını yükseltmiş, zorunlu elektrikli araç üretimi politikalarıyla da araba üreticilerinin elektrikli araç üretim maliyetlerini benzinli araç modellerine yansıtmalarına sebep olarak dolaylı yoldan araç fiyatlarında da genel bir enflasyonuna sebep olmuşlardır.
Öte yandan, seçim kampanyalarında petrol ve kaya gazı aramalarını yasaklayacağını, yeşil enerjiye geçişi sağlayacağını ve sürdürülebilir kalkınmaya önem vereceğini pek çok kez tekrarlayan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, kendisine yöneltilen yoğun enflasyon ve enerji fiyatları eleştirileri sonrasında mutlak yeşil enerji dönüşümü iddialarını yumuşatmak zorunda kalmış ve petrol ile kaya gazı aramalarını yasaklamayacağını açıklamış, bunun yanında da yenilenebilir enerjiye yüksek oranda yatırımı teşvik edeceğini belirtmek zorunda kalmıştır.
Ekonomik Büyüme mi Sürdürülebilirlik mi?
Sürekli ileri tarihli vaatler duyduğumuz iklim değişikliği ile mücadele ve sürdürülebilirlik konusunun merkezinde, aslında birçok ülkenin karşı karşıya olduğu, daha geniş ve kapsamlı bir ikilem var: ekonomik büyüme ve sürdürülebilirlik. Küresel ekonomi, ekonomik büyümenin ve uluslararası rekabetin, üretim ve tüketim odaklı pazarların hâkim olduğu sürekli bir ticaretin devam ettiği bir alan. Sürdürülebilirlik ise mevcut kaynakların çok kısıtlı kullanıldığı ve hali hazırda kullanılmış kaynakların yeniden ekonomiye kazandırılması gerektiği fikrine odaklanmış bir kavram. Buradaki ikilem ise şu: mevcut kaynakların kullanılmadığı ve hali hazırda kullanılmış kaynakların yeniden ekonomiye kazandırıldığı bir ekonomik sistem, üretim ve tüketim odaklı bir ekonomik sistemle uyumlu değil. Diğer bir ifadeyle sürdürülebilirlik kavramı çağımızın küresel ekonomisinin amaçlarına ve araçlarına uygun bir çerçeve sunamamakta. Bu nedenle de iklim değişikliği ile mücadele ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri, uluslararası ilişkilerde ilk kez yer aldıkları tarihlerden beri sürekli ertelenmektedir.
Donald Trump'ın fosil yakıt merkezli bir ekonomik sisteme odaklanması daha gerçekçi bir politik yaklaşım sunarken, Kamala Harris'in dünyanın en büyük ekonomisini tamamen yeşil bir üretim merkezi haline getireceği iddiası ve bunun için gerekli altyapıyı nasıl sağlayacağını net olarak açıklayamaması bize daha idealist bir politika görünümü sunmaktadır. İklim değişikliği ile mücadele ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin sürekli ertelenmesinin en önemli sebeplerinden biri, bu hedeflerin gerçeklikten uzak ve küresel ekonominin işleyişiyle uyumsuz vaatlerden oluşmasıdır.
Kamala Harris'in vizyonu, sürdürülebilirliği kısa vadeli ekonomik kazançların önüne koyan, oldukça zor bir paradigma değişimini temsil ediyor. Yeşil bir ekonomiye geçiş, yeni altyapılara büyük yatırımlar yapılmasını, ABD ekonomisinin omurgası olan petrol ve doğalgaz sektörlerinin küçültülmesini ve buradan doğacak işsizlik sorununun yenilenebilir enerji sektöründe yaratılacak istihdam ile telafi edilmesini gerektiriyor. Böyle bir planın hayata geçirilmesi sonucunda ABD, ekonomik ve politik düzensizliklerle mücadele etmek zorunda kalacaktır. Biden ve Harris döneminin enflasyon sorunu ile boğuşan Amerikan halkının, böylesine zorlu ve masraflı bir mücadele için ne kadar istekli olacağı da önemli bir sorudur.
İklim değişikliği ile mücadele ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri konusunda, daha gerçekçi, global ekonomi gerçekleriyle çelişmeyen ulaşılabilir hedeflere odaklanmak, bu mücadelenin daha verimli olmasını ve daha çok kabul görmesini sağlayacaktır.