Ortadoğu, 19. yüzyılın sonlarından beri istikrarsızlığın pençesinde. Bu istikrarsızlık denklemine eklenen son değişken ise IŞİD oldu. IŞİD'in ilerleyişinin durdurulmasına yönelik yapılan tartışmalar, hava harekatının mı, yoksa kara harekatının mı yapılması gerektiği ekseninde devam ediyor. Bu tartışmalar, kısa vadeli çözümle ilgili kritik bir öneme sahipse de sorunun temeline yönelik bir argüman ortaya koymamaktadır. Soruna kalıcı bir çözüm bulabilmek için yapılması gereken en temel şey ise, IŞİD'in beslendiği kaynakları anlamaya çalışmaktır. Çünkü Ortadoğu'daki belirsizlik denkleminin çözümü, hava ve/veya kara harekatları ile kazınabilecek mevzilerden değil, bölge insanının ve Batılı devletlerde yaşayan Müslüman göçmenlerin umutlarını yeşertebilmekten geçmektedir.
Temel olarak IŞİD'in insan kaynağını besleyen iki bölge mevcut: Ortadoğu ve Batı. Şimdi bu bölgelerden IŞİD'e katılımın altında yatan ekonomik faktörleri anlamaya çalışalım. Ortadoğu ekonomik yapısına şekil veren üç temel gelir kaynağı bulunmaktadır: petrol, doğalgaz ve dış yardımlar. Bu gelirlerin büyük çoğunluğu devlet elinde toplanmaktadır. Doğal kaynak gelirlerinin ve dış yardımların baş döndüren imkânlarını kaybetmek istemeyen yönetimler, gelirin büyük çoğunluğunu kendi yakınları ve politik destekçileri arasında paylaştırmaktadır. Bölgenin sahip olduğu bu ekonomik yapı, sanayileşme ve kurumsallaşmaya izin vermeyerek ekonomik gelişme ve demokrasiye geçiş sürecinin önüne set çekmektedir. Bu ekonomik ortam Ortadoğu'yu, işsizliğin ve gelir dağılımı adaletsizliğinin en yüksek olduğu bölgelerden biri yapmaktadır. Nitekim bölge halkı bu adaletsiz ve sosyal hareketliliğin çok düşük olduğu yapıya tepki olarak ortaya çıkan 'Arap Baharı'na büyük umutlar bağlamıştı. Bölge insanları, ekonomik gelişme ve demokrasinin önündeki engelleri yıkabilmek için barışçıl yollara başvurdukları bu süreçte, içeride önemli kazanımlar elde etmeye de başlamışlardı.
Ancak, Batılı ülkeler başta olmak üzere birçok ülke bu sürece, gereken dış desteği sağlamayıp, bölgedeki statükonun korunmasından yana tavır almışlardır. Bu ilkesiz tavrın, içeride elde edilen kazanımları da boşa çıkarması, Arap Baharı ile birlikte Ortadoğulu insanların içinde yeşeren umutların körelmesine neden olmuştur. Arap Baharı'ndan beklenen dönüşümün gerçekleşmeyişi; işsizlik ve yoksullukla boğuşan bölge insanının bir kısmını, çözümü şiddette aramaya itmiştir. İşte bu kitle, toplumsal düzlemde İŞİD'i besleyen ana damardır.
IŞİD'i besleyen ikinci bir damar ise Batı'dan yol almaktadır. 2008'de patlak veren 'Küresel Finans Krizi' sonrasında Batılı ülkelerde hızla yükselen işsizlik oranları toplumsal huzursuzluğun artmasına neden olmuştur. Aşırı milliyetçiler kendi işlerinin göçmenler tarafından çalındığını iddia ederek sosyal tansiyonu tırmandırmışlardır. Bu iddiaya rağmen kriz sonrasında işini ilk kaybedenler yine göçmenler olmuştur. Artan toplumsal baskı ve işsizlik ortamı, bazı göçmenlerin büyük umutlarla geldikleri Batılı ülkelere olan inançlarını kaybetmelerine neden olmuştur. Zamanla bu inancın yerini nefret duygusu almıştır. Bu nefreti dışa vurmak isteyen göçmenlerden kolay kandırılabilecek olanlar için IŞİD önemli bir alternatif oluşturmaktadır.
Uzun dönemde IŞİD ve benzeri yapıların önüne geçmek için onları besleyen kaynakları kurutmak gerekmektedir. Bunu gerçekleştirebilmek için Arap Baharı'nda olduğu gibi, barışçıl yollarla Ortadoğu'da ekonomik gelişme ve demokratikleşmenin sağlanabileceği umudunu bölge halkına tekrardan aşılamak gereklidir. Atılması gereken bir diğer adım ise Batı'daki Müslüman göçmenler üzerine çöken toplumsal baskının azaltılmasıdır. Bunların haricinde atılacak adımlar günü kurtarmaya yönelik olmaktan ibaret olacaktır.