21. yüzyıl, Usame bin Ladin'in lideri olduğu El-Kaide'nin 11 Eylül 2001'de, ABD'nin finans egemenliğinin sembolü İkiz Kuleler'e ve yine askeri egemenliğinin sembolü Savunma Bakanlığı binası Pentagon'a yapılan saldırılarla başlamıştı. Bu saldırılarla birlikte ABD ilk defa evinde böylesi bir saldırıya uğramış, saldırıların akabinde "İslami Terör" ya da "Terörle Savaş" adı altında, çeşitli Müslüman grupların düşman olarak tanımlandığı, iki işgalle sonuçlanan yeni bir dünya düzeni başlamıştı.
Bu asrın ilk on yılı da, 11 Eylül saldırısından 10 yıl sonra, 1 Mayıs 2011'de, Usame bin Ladin'in ikamet ettiği Pakistan'daki evde öldürülmesi ile birlikte sona erdi. Usame bin Ladin'in öldürülmesi ile ilgili tartışmaları bir kenara bırakırsak, şu anda asıl sorun, bu 10 yılın kapanmasının ardından ABD'nin normalleşme sorunudur. Bir başka deyişle, 11 Eylül'le başlayan başta İslam dünyası olmak üzere, tüm dünyayı savaş alanına çeviren "Terörle Savaş" adlı stratejik konsept, Usame bin Ladin'in ortadan kalkmasıyla birlikte değişecek mi?
Meşru siyasetin değişen sınırları
11 Eylül'den sonra Usame bin Ladin ismi Amerikalılar için sıradan bir isim olmaktan öte bir korku ve nefret nesnesi haline gelmişti. Ladin imajı, zamanla kendisinin de ötesine geçerek neredeyse "İslam" ile eşanlamlı hale getirildi. İslamofobi üzerine kurulan bu nefret söylemi ile 10 yıla damgasını vuran "Terörle Savaş" konsepti ise neredeyse İslam kaynaklı tüm siyasal talepleri kriminalize ederek, İslamcı siyasi özne pozisyonlarını meşru siyasal sınırların dışına atarak, marjinalleştirdi. Bu marjinalleştirme üzerinden İslam coğrafyasında meşru siyasetin kodları yeniden belirlendi, suç tanımları yeniden yapıldı, tüm siyasi, hukuki ve stratejik kurulum ve dizilimler, dost-düşman tanımları buna göre belirlendi.
ABD'de Obama'nın 2009'da iktidara gelmesi ile normalleşme işaretleri verilse de, maalesef somut politika düzeyinde gelişme olmadı.
Ta ki Arap Baharı olarak da bilinen Tunus'tan başlayarak yaşanan gelişmeler, İslamcı siyasi hareketleri, siyasal alanın merkezine yerleştirip, meşru siyasal dili dönüşmeye zorlamasına kadar. Bugün Nahda Hareketi'nin Tunus'ta siyasete katılmaya hazırlanması, İhvan'ın Mısır'da siyasi sürece dahil olması ya da Hamas-Fetih Anlaşması işte bu çerçevede anlaşılmalıdır. Bu süreç birçoklarının düşündüğü gibi ABD'nin yönlendirmesi ile değil, aksine biraz da mecbur kaldığı bir süreçtir.
Şimdi kilit soru, 10 yıldır "Terörle Savaş" bahanesiyle dünyayı ateşe veren aşırı öfkeli ve saldırgan Amerikan haleti ruhiyesinin Ladin'in ölümüyle birlikte, normale dönüp dönmeyeceğidir.
Son on yılın nefret nesnesi karşısında tartışmasız bir askeri zafer kazanan ABD, bu zaferin getirdiği rahatlık ve meşruiyet ile normalleşme yolunda adım atacak mı? Bu sorunun cevabı, Ladin'in öldürülmesinin stratejik bir anlamı olup olmayacağına verilecek cevapla aynıdır.
Stratejik konsept değişecek mi?
Normalleşme ile kastettiğimiz, somut olarak bir kaç örnek olay üzerinden de anlaşılabilecek topyekûn bir söylem değişikliğinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğidir. Bir başka deyişle, İslam, ABD'nin siyaset okumasında düşman pozisyonunu doldurmaya devam mı edecek, yoksa dini bir kategori mi olacaktır? Obama'nın ilk dönemlerinde attığı bir takım adımlarda normalleşme işaretleri görülse de Müslümanları şeytanlaştırmaktan başka bir şey üretmeyen Peter King oturumlarından, New York'a Cami tartışmalarına kadar, İhvan, Hamas ve Taliban konusundaki tartışmalar bu yolda atılacak çok adım olduğunu gösteriyor.
O halde kritik soru ABD'nin "Terörle Savaş" ya da "İslami Terör" adı altında takip ettiği stratejik konsepti değiştirip değiştirmeyeceğidir.
Mart 2009 tarihinde bu ifadenin kullanılmaması için Pentagon'a da talimat veren Obama Yönetimi, bu çerçevede iki somut vaatte bulunmuştu: Afganistan'dan çekilme ve Guantanamo'nun kapatılması. Afganistan'da 2001'den beri devam eden işgalin sona ermesi için bir plan hazırlayan yönetimin son zamanlarda Haziran 2011 itibariyle başlaması planlanan geri çekilme konusunda sessiz kalması normalleşme sürecindeki ilk somut seçeneğin azaldığı algısının oluşmasına yol açıyor. "Terörle Savaş" söyleminin yarattığı en büyük mekanizmalardan bir diğeri de dünyanın dört bir yanından kanunsuzca kaçırılarak getirilen ve ABD yasalarının geçmediği, yargılamanın, temyizin, yargı süreçlerinin olmadığı Guantanamo hapishanesidir.
Obama Guantanamo'nun kapatılması sözünü vermiş ancak bu konuda da net bir adım atmamış, siyasi risk almamıştı.
Normalleşme dediğimiz süreç, işte tam da bu tür somut adımların atılması neticesinde stratejik konseptin değişmesi ile gerçekleşecektir.
Ladin'in ölümü şu an itibariyle Obama'ya bu konularda adım atmak için gereken tüm kozları vermiş durumda. Artık iç siyaset de mazeret olmaktan çıktı. Arap Baharı ve Ladin'in ölümü ile birlikte başlayan süreçte ABD "Terörle Savaş" ve "İslami Terör" söyleminin arkasına sığınmak ya da bu konuda atılacak adımları salt söz düzeyinde bırakacak olursa tüm dünya kaybedecektir.
Aksi durumda ise, yani Hamas'ın, İhvan'ın, Taliban'ın, Nahda'nın siyasal süreçlere katılacağı bir ortamda, 11 Eylül'de açılan "İslami Terör" ve "Terörle Savaş" parantezi kapatılacaktır.
Bakalım Ladin'in ölümüyle ortaya çıkan bu ihtimali, Obama değerlendirebilecek mi?