Çözüm sürecinde söylem değişikliği
AK Parti karşıtlığını çözüm süreci karşıtlığına tahvil etmiş siyasal yapılar ve sürece itiraz eden kesimler, çözüm sürecinin taraflarını 'sandığa gömülme' söylemi üzerinden 'seçimle korkutma' stratejisini bugüne kadar birçok kez denediler. Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'nin açıklanması sürecinde, İmralı'da Öcalan'la çözüm heyeti görüşmelerinin başlatılması nedeniyle ve çözüm sürecini yasal çerçeveye kavuşturan düzenlemenin kabul edilmesinin ardından 'seçimle korkutma' numarası hep tekrar edildi.
İktidar partisi 'ihanet projesi' ve 'PKK'ya müsamaha göstermek' gibi çok ağır ithamlar üzerinden eleştirildi.
AK Parti hükümeti, 2013 başından itibaren, meselenin çözüme kavuşturulması için atılan adımları kamuoyu önünde açık şekilde anlatma yoluna gitti. Çözüm sürecinin ülke bölünmeden hayata geçirilen demokratik reformlarla ve siyasi yollardan barışla sonlanacağına toplumu ikna ederek, süreci toplumsallaştırdı. Geniş toplumsal kesimlerin ve AK Parti seçmeninin süreci sahiplenmesi, AK Parti'nin uzun dönemli iktidar pratiklerinin de bir sonucuydu.
30 Mart yerel seçimlerinde ve 10 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AK Parti'nin başarılı olması, bir anlamda çözüm süreci karşıtı muhalefet yapılarının 'seçimle korkutma' stratejisinin tutmadığını da net bir şekilde göstermiş oldu. Ancak, 28 Şubat'ta çözüm süreci üzerinde ortaya çıkan uzlaşma nedeniyle de, AK Parti karşıtlığını çözüm süreci karşıtlığına ikame etmiş 'mevzilenme siyasetinin' tarafları, ilk olarak haziranda yapılacak seçimlere atıf yaptılar.
Normalleşme eşiği
Bu yeni çağrı ve çözüm adımının ardından, itiraz eden taraflar önceki açıklamalarından farklı olarak, gelişmeyi 'ihanet' ve 'ne verdiniz' söylemlerinden ziyade HDP ve AK Parti'nin 'seçim yatırımı' olarak değerlendirme yoluna gittiler. Tam da bu görme biçimi bile, bizatihi çözüm sürecinin toplumsal alanda kabul gördüğünün en önemli işaretidir. Çünkü daha önceki açılımlar seçimler için bir 'risk' olarak değerlendirilirken, bu yeni çağrının 'seçim yatırımı' özelinde siyasi partilere oy getireceği öngörüldü.
Bu açıdan bakıldığında, bu tarihi adım, Kürt meselesi özelinde Türkiye siyasetinin en önemli 'normalleşme eşiği'dir. Bundan sonra, silahların ve ölümlerin olmadığı bir siyasal ortamda, tüm meseleler güvenlik dilinin dışında, toplumsal ve siyasal alanda tartışabileceği için, her türlü 'radikal söylem' bile radikalleşmeye değil normalleşmeye hizmet edecektir.
Nasıl ki Kürt meselesinin daha önceden konuşulamayan ve tabu niteliğindeki konularının birçoğu, tartışılabilmenin ötesinde, çözüme kavuşturulduysa, silahların bırakılmasının getirdiği rahatlama sayesinde de, son 10 yıllık süreçte kat edilen mesafenin çok daha fazlası bu yeni dönemde çok daha kısa sürede alınabilecektir.
Kazanımlara tutunmak
Müzakere sürecine başlamanın esasının, örgütün silahlı mücadeleyi bırakması olduğu dikkate alındığında, açıklamanın seçimlerin öncesine denk getirilmesi, çözüm süreci için bir risk değil kolaylaştırıcı bir unsur. HDP'nin seçime parti olarak girme kararı ve Türkiyelileşme iddiası üzerinden bakıldığında müzakere sürecini sabote etmeye cesaret etmesi mümkün görünmemektedir.
HDP tabanının da içinde olduğu Kürt toplumu şiddet ve şiddet dilinden rahatsızlığını açık bir şekilde ifade etmeye başlamıştır. Özellikle 6-7 Ekim ve Cizre olayları başta olmak üzere birçok şiddet sarmalında, HDP'li aktörler kendi tabanlarından da yoğun bir eleştiriye tabi tutulmuştur. Bölgedeki Kürt seçmen, şiddetin geri dönmesi durumunda mevcut demokratik, ekonomik ve sosyal kazanımların kaybedilebileceğinin farkındadır. Dolayısıyla da, HDP çizgisindeki Kürt siyasal hareketi, çözüm ve müzakere sürecinin özünü zedeleyebilecek bir siyaset gütmesi durumunda, seçimlerde yeterli desteği alamayacağının farkındadır.
Ancak müzakere sürecinin seçimlerle ilgili en fazla risk barındıran tarafı, HDP'li legal Kürt siyasal aktörleri ile Kandil arasındaki içten içe yaşanan iktidar mücadelesidir. HDP'li birçok siyasetçinin iki dönem kuralı nedeniyle seçimlerde aday olamayacak olması bu kişilerin müzakere süreci hakkında daha şahin bir dil kullanma ihtimalini barındırmaktadır.
Müzakere taslağının gecikmesinin de nedeni olan Kandil'in itirazı, taslağın içeriğinden daha çok, çözümün ardından söz konusu aktörlerin 'pasifleşme' endişesiyle ilgilidir. Bu endişeyi besleyen önemli unsurlardan biri de HDP'nin Türkiyelileşme söylemi etrafında, birçok farklı kesimden milletvekilini Meclise taşıması ve HDP'nin Kürt siyasetinin farklı yapıları içinde ağırlığının gittikçe artma ihtimalidir.