Soma'da meydana gelen felaketin ardından yaşanan acılar, her türlü cümleyi anlamsızlaştırmaktadır. İlk olarak yapılması gereken, "siyasi pozisyonları" bir tarafa bırakarak, acıların paylaşılmasıdır. Acıyı "fırsata çevirme" yönündeki "pozisyon savaşlarına" toplumsal ve siyasal aktörler prim vermemelidir. Ardından, hızla bir durum değerlendirmesi yapılarak, yaşanan bu felaketin bütün boyutları kamuoyu ile şeffaf bir şekilde paylaşılmalıdır.
Olayın meydana gelmesinin ardından siyaset kurumu, iktidar ve muhalefet olarak iyi bir sınav vermiştir. Bazı eksiklikler olmakla birlikte, özellikle 1999 depremi ve sonrasında yaşanan felaketlerden alınan dersler, Türkiye'de kamu kurumlarının ve sivil toplumun kriz yönetimi konusunda önemli bir yol kat etmesini sağlamıştır. Bu anlamda devlet, Soma'da koordinasyon ve kriz yönetimi konusunda tüm imkânları seferber etmiştir. Krizin ilk şokunun atlatılmasının ardından Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız başkanlığında sağlanan koordinasyonla kamuoyunun düzenli olarak bilgilendirilmesi yaşanacak kaosu önlemiştir. Özellikle 15 yaşında çocukların madende çalıştığına yönelik "operasyonel haberler"de olduğu gibi, toplumu "tahrik" etmeye dönük haberler birkaç saat içinde etkisiz hale getirilebilmiştir.
Muhalefet liderlerinin, felaket bölgesini ziyaretleri sırasındaki açıklamalarında mutedil bir dil kullanmaları, konunun "siyasallaşmasını" nispeten önlemiştir. CHP'li parti yöneticileri, Meclis'te daha önce Soma maden ocakları ile ilgili verdikleri bir önergeyi gündeme taşısalar da, Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nun sağduyulu açıklamaları, yaşanacak daha derin tartışmaları önlemiştir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, konuyu siyasetin sınırlarından çıkararak, devlet penceresinden görmüştür. Dolayısıyla, Bahçeli'nin devletin tüm imkânları ile Soma'da milletin yanında olduğunu belirterek sağduyu çağrısı yapması, kriz anlarında iktidar- muhalefet ilişkilerinin ne olması gerektiğine iyi bir örnek teşkil etmiştir.
Ancak bazı sendikaların, halka "sokağa dökülün" çağrısı yapması ve sosyal medyada çeşitli grupların yaşanan faciaya "acılardan" çok "siyasal pozisyon" açısından bakmaları, sorunun esasının ikinci plana düşmesi tehlikesini barındırmaktadır. Özellikle sosyal medyada toplumsal mobilizasyona dönük üretilen "sanal söylemlerin" dolaşıma sokularak kullanılması, gerçek sorumluların soruşturulmasını geri plana itecektir.
Bugün için en önemli husus, iş ve işçi güvenliği konusunda etkin kamusal denetim mekanizmasının kurulması gerekliliğidir. Bu açıdan ülkemizde 1999 depremi sonrasında, özellikle inşaat sektöründe yaşanan radikal dönüşümler ve düzenlemeler bu alanda ciddi iyileşmeler sağlamıştır. Yine 2001 sonrası ekonomik krizin ardından bankacılık ve finansal alanlarda yapılan radikal reformlarla birlikte güçlü denetim mekanizmaları kurulmuştur. Özellikle bu iki alandaki düzenlemelere benzer yasal ve kurumsal mekanizmaların çalışma hayatına dönük olarak da getirilmesi, bu acıların tekrar yaşanmasını en azından azaltacaktır.