Son bir haftadır Türkiye'nin en önemli gündem başlıklarından biri, İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya üyelik başvurusu kararı. Hükümet, haklı olarak bu iki ülkenin terör örgütlerine verdiği desteği durdurmadıkça ve Türkiye'ye farklı gerekçelerle uyguladıkları silah ambargosunu kaldırmadıkça, Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya üyeliğine olumsuz bakıyor.
Özellikle, İsveç'in çok uzun süredir PKK ve FETÖ'ye en üst düzeyde desteği biliniyor. İsveç, PKK ve türevlerine her türlü yardımı yapıyor. PKK'nın uzantısı olan örgütleri el üstünde tutuyor. Teröre yardım konusunda Türkiye'nin itirazlarını, güvenlik kaygılarını bugüne kadar görmezden geldi. Şimdi başı sıkışınca bu konularda görüşmeye açık olduğunu söylüyor. Batının Türkiye'yi sıkıştıracağını varsayarak bir oldu bitti ile NATO'ya hızlandırılmış bir üyelik istiyor. Türkiye'nin itirazlarını "hele bir üye olalım zaman içinde müzakere ederiz" diyerek geçiştirmeye çalışıyor.
Türkiye, bu ülkelerin terör örgütlerine desteğini ve Türkiye'nin bugüne kadar güvenlik endişelerini görmezden geldiğini bildiği için NATO'ya üye olmaları halinde "hepimiz birimiz için" kaidesine itiraz edeceğini hatta gelecekte Türkiye ile ilgili alınacak kararlarda veto hakkını işleteceğini şimdiden görüyor. Çünkü adaylığı söz konusu olur olmaz, İsveç muhalefeti daha bugünden "biz yarın Türkiye'nin savunması için gelecekte sorumluluk mu üsteneceğiz" itirazlarını yükseltmeye başladı.
Batılı ülkelerin ve Türkiye'nin, en önemli gündem başlığı NATO'nun genişlemesi olmasına rağmen, bu konu CHP'nin gündemine gelmedi. Diğer muhalefet partileri de nerdeyse iktidarı suçlayan bir içerikle meseleye yaklaşıyor.
CHP'nin öncülük ettiği muhalefet dış politika konusunu son birkaç aydır gündeminin ön sıralarına almamayı tercih ediyor. Çünkü son yıllarda dış politika konusunda, iktidarı eleştirdiği her meselede yanlış yerde durduğu sonradan net olarak ortaya çıktı.
Suriye iç savaşında, Esed'i, Mısır'da yaşanan darbede Sisi'yi destekler bir pozisyon aldı. Libya tezkeresine "hayır" diyerek "Libya'da ne işimiz var" karşıtlığıyla Batılılarla aynı itirazı dile getirdi. Türkiye Akdeniz'deki çıkarlarını korumak için mücadele verirken, "Mavi Vatan diye 200 mile kadar uzanan alanı da eğer kendi egemenlik alanınız olarak görürseniz, o zaman biraz saldırgan ve yayılmacı bir algı yaratırsınız" diyerek Batılıların tezlerine su taşıdı.
Karabağ Savaşı'ında, Türkiye'nin Azerbaycan'ın yanında olduğu en kritik dönemde, "Türkiye Suriye'den cihatçıları Azerbaycan'a taşıyor" manipülasyonunu yaparak Türkiye'nin elini zayıflatmaya çalıştı. Zeytin Dalı Harekatı sırasında Kılıçdaroğlu, "şehir merkezine girmeyin" çağrısı yaptı. Yetmedi, sınır ötesinde PKK ile mücadele için Meclis'te oylanan tezkereye CHP "hayır" oyu verdi. Ukrayna-Rusya savaşında Ukrayna dahil, neredeyse tüm dünya Türkiye'nin arabuluculuk çabasını takdir ederken, itiraz İyi Parti'den geldi. Akşener, "Türkiye tarafını bir an önce seçsin" şeklinde çok aceleci bir tutum takınarak "vakit çekimser kalma değil, yaptırım vakti" demekten geri durmadı. Türkiye'nin bir iç egemenlik meselesi olan Kanal İstanbul konusunda, büyükelçiler krizinin hemen ardından, Kılıçdaroğlu'nun büyükelçilere mektup göndermesini de bu başlıklara eklemek gerekir.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bugün Türkiye'nin en haklı olduğu konuda bile Türkiye'nin çıkarlarını yüksek sesle savunmayan bir muhalefet var. Bu iki ülkenin NATO'ya üyeliği ile ilgili tartışmalarda, muhalefet ve onu destekleyen medyanın önemli bir kısmı maalesef iktidarı suçlayan bir söyleme başvuruyor. Meclis grup toplantılarında CHP ve İyi Parti bu konuyu gündemlerine almaya bile gerek görmediler. İyi Parti yazılı bir açıklama yapmakla yetindi. Açıklamasında, NATO'nun diğer üyelerinin Türkiye'nin tutumundan rahatsız olduğunu, bu ülkelerin teröre verdiği destek gerekçesiyle Türkiye'nin itirazını bir çeşit "rehin alma" ve "diplomatik açıdan hesabı doğru yapılmamış, sağlıksız bir yaklaşım" olarak değerlendirmeyi tercih etti. NATO içinde başka ülkelerin de terör örgütlerine destek verdiğini ifade ederken, o ülkelerin kim olduğunu bilinçli olarak söylemekten kaçınan bir açıklama yapıldı.
Muhalefet partileri dış politika konusunda, Türkiye merkezli net bir tutum alan bir politika üretemiyor. Bunun basitçe üç nedeni var. İlki, bir önceki satırlarda bazı örneklerini sıralamaya çalıştığım yaklaşımlarda açıkça görüleceği gibi, itiraz ettikleri konularda yanlış yerde durdukları çok geçmeden ortaya çıkıyor. Kendi seçmenleri nezdinde bile bu çıkışlar destek görmüyor. Hatta hükümetin dış politikası sadece kendi seçmenlerinden değil, çok geniş toplum kesimleri tarafından olumlu karşılanınca, muhalefet dış politikayı gündeminin geri sıralarına almak zorunda kalıyor.
İkincisi ise, muhalefet dış politika konusunda "iktidarın eli zayıflasın, uluslararası baskı artsın" yaklaşımıyla hareket ediyor. Her hangi bir konuda Türkiye'nin eli güçlendiğinde bunun iktidara yarayacağını düşünüyor. Belki de bu başlıkta en önemli husus ise, uluslararası çevrelere karşı bir tepki ortaya koyduğunda bu çevrelerin muhalefete desteğinin azalabileceği endişesini taşıyor. Bu durumu, Türkiye'nin Batı ile karşı karşıya geldiği her dış politika başlığında muhalefetin açıklamalarına bakarak test etmek mümkün. Bu testi yapmanın en kolay yolu şu: Batı medyasında muhalefetin açıklamaları hemen ön sıralara yerleştiriliyor. Batı medyası, yorum analiz haberlerinde muhalefetin temsilcilerinden görüş alarak iktidarın yanlış yerde durduğunu göstermeye çalışıyor. Böylece Türkiye'nin pozisyonunun da yanlış olduğunu gerekçelendirme imkanı buluyor. Örneğin Batı medyası, NATO'ya iki ülkenin üyelik başvurusuna Türkiye'nin itirazını sorunsallaştırken, muhalefetin bu meselede iktidar gibi düşünmediğini belirten analizler yayınladı.
Üçüncüsü ise, her bir muhalefet partisinin dış politika konusunda açıkça bir tutum ortaya koyması durumunda Millet İttifakı'nın ya da 6+1 olarak şekillenen masanın birliktelik görüntüsü ve söyleminin zarar göreceğinden korkuluyor. Bu korkunun neticesi olarak, dış politikada ne yapılması gerektiği somut başlıklarla ortaya konmuyor, bunun yerine sadece konjoktürel tavırlarla mevcudun eleştirisine odaklanılıyor. Böyle olunca da muhalefet, AK Parti ya da Erdoğan karşıtlığı görüntüsü altında Türkiye karşıtlığına savrulmaktan kurtulamıyor.
Dış politika milli bir meseledir. Uzun süre iktidar olamamanın getirdiği sorumsuzlukla ve popülist yaklaşımlarla dış politikaya yaklaşılamaz. Dış politikada devletlerin sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk sadece iktidarları bağlamaz. Muhalefetin teorik olarak iktidar alternatifi olduğu düşünüldüğünde söylediği sözler, ortaya koyduğu yaklaşımlar uluslararası çevreler tarafından da çok kolay bir şekilde araçsallaştırılır. İçerdeki çelişkiler bu çevreler tarafından kullanışlı bir malzemeye dönüşür. Hatta, zamanında çözülebilecek sorunlar, bu çevreler tarafından zamana bırakılarak muhtemel bir iktidar değişimine göre ertelenme yoluna gidilir. Muhalefetin en azından dış politika gibi milli meselelerde söylem ve tezlerine dikkat etmesi gerekiyor.