Muhalefet blokunda 2023 seçimleri için senaryo siyaseti tüm hızı ile devam ediyor. Siyaset mühendisliğinin tüm imkanları devreye sokulmuş durumda. Taktiksel hamleler; bir taraftan muhalefet partileri arasında "oyunu kimin kuracağı" saiki üzerinden alttan alta rekabetin olduğu bir düzlemde yürütülürken, diğer taraftan iktidar blokuna karşı "birlikteliği her ne pahasına olursa olsun sürdürme" motivasyonunu diri tutmak için devreye sokuluyor.
Şu an için muhalefet partilerinin müzakereye açtığı yol haritası üç ana başlık üzerinden yürütülüyor.
İlki, koalisyoncu ittifak modeli…
Millet İttifakı partilerinin her birine ve HDP'ye gücü nispetinde bakanlık ya da başkan yardımcılığı kontenjanı şimdiden pazarlığa açıldı. CHP yöneticilerinin dillendirdiği koalisyon modeline göre, 2023 seçimlerinin kazanılması durumunda ittifak içinde yer alan her partinin, hükümette yer alacağı bir planve yol haritası oluşturulmaya çalışılıyor. Parti başkanlarının bazılarına bakanlık, bazılarına başkan yardımcılığı pozisyonu seçimden önce teklif edilerek seçimlere gidileceği ilan edildi.Babacan, Akşener, Kılıçdaroğlu, Karamollaoğlu, Davutoğlu ve HDP yönetiminin bu senaryoya sıcak baktığı söyleniyor.
Bilindiği gibi Kılıçdaroğlu, "Cumhurbaşkanı millet ittifakından olunca cumhurbaşkanı yardımcıları da meclis başkanı da millet ittifakından olacak. Temel Karamollaoğlu da Meral Akşener de Gültekin Uysal da yönetim kadrosunda olacak" açıklamasını yaparak kabinenin parti başkanlarından oluşabileceğine yönelik tavrını net olarak ortaya koymuştu.
Koalisyoncu ittifak pazarlığını HDP açıktan başlattı. Önceki yerel, genel ve başkanlık seçimlerinde "güç birliği" yapan HDP, bundan sonra Millet İttifakı ile arka sokaklarda görüşerek bir birliktelik yürütmek istemiyor. Yürütülen ilişkinin açıktan adının konmasını ve desteğin karşılığının da verilmesini şart koşuyor.
Selahattin Demirtaş'ın önerisi üzerinden HDP yöneticilerinin, bir başkan yardımcılığı ve iki bakanlığın kendilerine verilmesi pazarlığını uzun süredir yürüttükleri geçtiğimiz hafta ifşa oldu. CHP'li Dursun Çiçek ve Gürsel Tekin, HDP'ye verilecek iki bakanlık kontenjanına desteklerini açıklayarak bir anlamda meseleyi kamuoyunun gündemine sundular. HDP'ye bakanlık verilmesi tartışmaya açılarak,partilerin seçmen tabanlarının alıştırılma süreci başladı.
CHP'nin öncülük ettiği muhalefetin "koalisyoncu ittifak" siyaseti, aslında Brezilya'nın "koalisyoncu başkanlık" sisteminin kötü bir kopyasına dayanıyor. Brezilya'da ittifak siyasetinden dolayı siyasi alan parçalı bir yapı arz eder. Mecliste temsil edilen partilerden yüzde 15 oy oranına ulaşabileni çok azdır. Başkan adayları, seçimden önce kendisini destekleyecek parti ve önde gelen siyasetçilere bakanlık kontenjanı sözünü vererek, onların desteğini almayı amaçlar. Hatta, parlamentoda yeterli çoğunluğu sağlayamama ihtimaline karşı da birkaç bakanlık boş bırakılarak seçimden sonra kendisini destekleyebilecek diğer ittifak dışı partilere bu bakanlıklar teklif edilmektedir.
Böyle bir siyaset anlayışından dolayı partiler oldukça güçsüzdür. Başkan adaylarının ittifak ve koalisyon pazarlıklarında kendi partilerin çok da önemi yoktur. Pazarlığa katılan diğer siyasetçiler de kendi güçleri üzerinden görüşmeleri yürütürler. Koalisyoncu başkanlık sisteminden dolayı,örneğin 2018 seçimlerinde 513 sandalyeli Brezilya Temsilciler Meclisi'ne en az 1, en fazla 56 vekil çıkaran toplam 30 parti girmiştir. Mevcut Başkan Jair Bolsonaro'nun partisi PSL'nin ise toplam vekil sayısı 52'dir.
Muhalefetin koalisyoncu ittifak modeli, Türkiye'nin 1970'ler ve 1990'ların değer üretemeyen siyasetine ve istikrarsız yönetimlerine dönmeyi hedefleyen bir arayışa dayanıyor. Bu arayış ülkenin geleceğinden daha çok, siyasi ikbal peşinde koşanların tav olabileceği bir siyasi anlayışı önceliyor. Zaten, birbirine benzemeyen ve sadece Erdoğan karşıtlığı ile bir araya gelmiş bu partilerin ülkeyi böyle bir modelle yönetemeyecekleri tartışma götürmez bir gerçeklik.
Bunu kendileri de bildikleri ve seçmenlerine anlatmada zorlanacakları için koalisyoncu ittifakın bir "geçiş hükümeti" olacağını söyleyerek aslında destekçilerini de aldatma yoluna gidiyorlar.
Bu bağlamda muhalefet partilerinin kendi aralarında müzakereye acıktıkları ikinci başlık "geçiş hükümeti" modeli… İkincisi geçiş hükümeti modeli Bu söylem şöyle bir varsayıma dayanıyor. Muhalefet partileri, seçimleri kazanmaları halinde güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceklerini uzun süredir dile getiriyorlar. Dolayısıyla, seçiminin ardından parlamenter sisteme geçmek için anayasanın değiştirilmesine yönelik referanduma gidileceğini belirtiyorlar. Referandumun ardından da tekrar parlamenter sisteme göre ülkeyi seçime götüreceklerini iddia ediyorlar. Yani bu varsayıma göre, birkaç sene içinde en az üç seçimin yapılması gerekecek.
Bu senaryonun elle tutulur rasyonel bir tarafı yok. "Geçiş hükümeti"söyleminin içi tamamen boş. Böyle bir şeyin mümkün olmayacağını muhalefetin bilmemesi imkansız.
Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmek ancak anayasa değişikliği ile mümkün olabilir. Anayasayı referanduma götürmeden değiştirmek için muhalefetin en az 400 milletvekili çıkarması gerekiyor. Referanduma götürebilmesi için de parlamentoda en az 360 sandalyeye sahip olması zorunlu.
Cumhur İttifakı'nın mevcut seçmen desteği dikkate alındığında, muhalefetin seçimleri kazanması bir yana, kazansa bile anayasayı değiştirebilecek çoğunluğa erişmesi imkansız görünüyor. Cumhur İttifakı partilerinin mevcut hükümet sisteminden yana oldukları düşünüldüğünde, muhalefetin geçiş hükümeti senaryosu her anlamda ve tamamen seçmeni aldatmak için bir taktik.
Maalesef muhalefetin ülkeyi yönetmeye dönük somutlaşmış bir siyaseti, perspektifi ya da ajandası yok. Muhalefet, tüm enerjisini Erdoğan'ı iktidardan düşürmeye harcıyor. Ülkenin ve milletin geleceğine dair bir program ortaya koyma ihtiyacı duymuyor. "Erdoğan gitsin de nasıl giderse giderse gitsin gerisine sonra bakarız" anlayışı ile yol yürünüyor. Koalisyoncu ittifak arayışı ve geçiş hükümeti safsatası tam da böyle bir yaklaşımın sonucudur.
Üçüncü bir ittifak arayışı
Muhalefetin 2023 seçimlerine dönük siyaset arayışının önemli bir diğer başlığını, üçüncü bir ittifakın oluşturulmasının fayda ve maliyet analizi oluşturuyor. Siyasette üçüncü, muhalefet kanadında ikinci bir ittifakın oluşturulması düşüncesi, maliyet üretmeden HDP'nin oylarının millet ittifakında nasıl konsolide edilebileceğine dayanıyor. İYİ Parti üzerindeki "HDP yükü"nün üçüncü bir ittifak modeliyle aşılabileceği varsayılıyor. Bu anlamda üçüncü ittifak arayışı, partiler arasındaki ayrışmadan kaynaklı değil, daha çok bir taktiğin ürünü.
Muhalefetin taktiksel olarak ayrıştırılmış ittifak düşüncesinde, CHP ve HDP'nin bir ittifak, İYİ Parti ile Deva ve Gelecek partilinin diğer bir ittifakı oluşturması hedefleniyor. Muhalefetin iki farklı ittifaka bölünmesinin iktidara yarayıp yaramayacağı tartışılıyor. Muhalefetin böyle bir taktikle konsolide edildiğinde, başkanlık seçimlerinin ikinci tura kalması durumunda ortak bir çatı adayda birleşmenin çok daha kolay olabileceği gibi tahminler var. Ancak diğer taraftan da muhalefetin iki farklı ittifakla parlamento seçimlerine gitmesinin Cumhur İttifakı'na yarayacağı öngörülüyor.
Muhalefetin tüm bu senaryo siyasetinde, oyun kurucunun kim olacağı meselesi önemli. Şimdiden kağıt üzerinde iyi duran seçenekler, somut pazarlıklar başladığında senaryoların hayata geçirilmesi hiç de kolay olmayacaktır. Bir önceki seçimde "çatı adaylığı" meselesinde bunu muhalefet tecrübe etti.
Türkiye seçmeninin, yönetimde istikrarı önemsediğini biliyoruz. Sorunları kimin çözebileceğine yönelik bakış açısının sonuçlar üzerinde belirleyici olmaya devam ettiği de bir gerçek. Dolayısıyla, koalisyoncu bir ittifak modeliyle bu ülkenin geriye gideceğini görmek için müneccim olmaya gerek yok. En az arka arkaya üç seçimi gerektiren geçiş hükümeti senaryoları ile seçmenin karşısına çıkmak ise büyük cesaret ister.
Muhalefetin böyle ayağı yere basmayan senaryo siyasetleri ile seçim kazanabileceklerini düşünmeleri ise ayrı bir tartışma konusu…