Londra'da metroya bindiğinizde yolculardaki olağanüstü çeşitlilik dikkatinizi çeker. İnsanların ten renklerindeki, giyimlerindeki, konuştukları dillerdeki farklılıklardan, dünyanın farklı coğrafyalarından insanların bu şehirde toplandığını düşünürsünüz. Bu renklilik sadece turistlerden kaynaklanmaz. Hatta bu renklilik işe gidişlerin veya dönüşlerin yoğun olduğu saatlerde daha fazla artar. Tipik bir İngiliz'e benzemeyen bu kişiler genellikle Londra'da yerleşiktir. Bir kısmı Britanya İmparatorluğu'nun sömürgelerinden gelip yerleşen ve İngiliz vatandaşlığını alan göçmenlerdir. Bir kısmı mültecidir.
Bir kısmı da Londra'nın finans veya eğitim merkezi olmasından dolayı Londra'dadır.
Son yıllarda İstanbul'daki metrolarda da insan çeşitliliği arttı. İstanbul metroları henüz Londra metrosundaki insan çeşitliliğine ulaşmasa da, Londra olma yolunda ilerlediği izlenimini veriyor.
İstanbul turistler dışında hem göçmenlerin ve sığınmacıların, hem de ticaret ve eğitim için gelen insanların buluştuğu bir şehir olmaya başladı.
İstanbul metrosundaki farklı coğrafyalardan insanların varlığının artmasına Türkiye kamuoyu ne türden tepkiler veriyor? Ya da "devlet aklı" bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyordur?
Bu soruların cevabı için biraz tarihe dönelim. Osmanlı'nın son dönemi ve Cumhuriyet boyunca bu topraklarda yaşayan insanların psikolojisinde ve zihniyet dünyasında üç önemli değişim gerçekleşti. Bu değişimler, "biz" tanımının daralması, "ulus devlet sınırlarına sıkışma" ve "kendine güvende azalma" şeklinde gerçekleşti.
Tipik bir Osmanlı'nın zihninde "biz" tanımı sadece Anadolu'da yaşayanları değil, Balkanları, Kafkasya'yı, Arap dünyasını da içerecek şekilde genişti. Belki merkezde Anadolu olsa bile, iç içe halkalar şeklinde genişleyen bir tarzda geniş bir aidiyet duygusu vardı. Osmanlı'nın acılı parçalanma sürecinde bu geniş aidiyet gücünü kaybetmeye başladı. Cumhuriyet'in ulus inşa sürecinde bu daralma devam etti, hatta elitler düzeyinde daralmaya "yabancılaşma" eşlik etti. Devletin bu yeni ideolojisi topluma da sirayet etti. Tipik bir Türk, bizden olanları Anadolu'da yaşayanlara indirgedi ve diğer toplumlarla arasına mesafe koydu. Son on yılda bu yabancılaşma azalmaya başlasa da halen sorun düzeyinde. Aynı süreçler maalesef bahsettiğimiz coğrafyalardaki diğer insanlarda da bize karşı gelişti.
Bu topraklarda yaşayan insanların son yüzyılda yaşadığı ikinci zihniyet değişimi ise "ulus devlet sınırlarına sıkışmak" oldu. Osmanlı coğrafyası genişti. İç içe geçmiş coğrafyalardan oluşuyordu. Bu coğrafyalar arasında sınırlar geçişkendi. Bir âlim Semerkant'tan yola çıkar, Bağdat'a ve Şam'a gider, oradan Konya'ya ve İstanbul'a gelirdi. Bu âlimin zihin dünyasında ayrı vatanlar, ayrı aidiyetler, ayrı zihinler yoktu. Bu coğrafya bir bütün olarak algılanırdı. Ulus devletlerin kurulmasıyla birlikte, bu coğrafya sınırlarla birbirinden ayrıldı. Toprak sınırları ya tellerle ya mayınlarla ya da karakol sistemleri ile keskin sınırlara çevrildi. Ancak pasaportla geçiş mümkün hale geldi. Bu fiziksel sınırlar zaman içinde zihniyet dünyasına da yansıdı ve meşrulaştı. "Biz" içinde sayılanlar azaldı, "onlar" içinde sayılanlar arttı.
Bu topraklarda yaşayan insanların son yüzyılda yaşadığı üçüncü zihniyet değişimi ise "kendine güven" konusunda oldu. 16. yüzyıl İstanbul'unda Kapalı Çarşı'da ki bir esnafın, hem kendine, hem dinine, hem ekonomisine, hem de devletine güveni tamdı. O dönem İstanbul dünyanın en büyük şehirlerinden biriydi. Devlet askeri ve ekonomik gücünün zirvesindeydi. Kapalı Çarşı'daki bir esnaf Osmanlı olmaktan hoşnuttu. 19. yüzyıla doğru gelindikçe Kapalı Çarşı'daki esnafın hem dinine, hem ekonomisine hem de devletine dolayısıyla da kendine güveni azaldı.
Aslında soru şu: 2014 Türkiye'sinde bu zihinsel parametreler nasıl olmalı? Cevabım oldukça basit: Bu üç parametreyi yeniden tersine döndürmenin zamanı geldi. Yeni strateji şöyle özetlenebilir: "Biz" tanımını genişletmek, ulus devlet sınırlarını korumak ama insan geçişkenliğini arttırmak, yeniden kendine güven psikolojisini inşa etmek. Bu bir çıkış ve büyüme stratejisidir. "Özne ve aktör olma" stratejisidir.
Bu yeni hal bir takım alışkanlıkları değiştirmeyi gerektiriyor. Örneğin İstanbul'da komşularınızın dünyanın farklı coğrafyalarından gelen insanların olması gerekiyor. Metroda oturduğunuzda, giyim kuşamları sizden farklı, sizden farklı dil konuşan insanlarla yolculuk yapmayı gerektiriyor.
Farklı olanı küçümseyen, içine almayan elitist ve aşırı yerelci tutumlarla İstanbul bir Londra veya bir New York olamaz. Ve bu olmadan, Türkiye büyük bir devlet haline gelemez.