5 Aralık'ta ABD tarihinde eşi ve benzerine ancak McCarthy döneminde rastlanacak türden bir gelişme yaşandı. Ülkenin en önemli üniversitelerinden Harvard, Pennsylvania ve MIT'nin rektörleri, üniversite kampüslerinde yayıldığı iddia edilen anti-semitizm dalgası sebebiyle ABD Temsilciler Meclisinde sorgulandı. Pennsylvania Üniversitesi Rektörü Elizabeth Magill, baskılara dayanamayarak istifa etmek zorunda kaldı. Harvard Üniversitesi Yönetim Kurulu üyeleri ise yaptıkları toplantı sonrasında Rektör Claudine Gay'e desteklerinin tam olduğunu ifade etti. ABD Başkanı Joe Biden ise, akademik özgürlüğü odağına alan ve kurucu ABD değerlerinin sorgulanmasına yol açan bu tartışmanın dışında kalmayı tercih ediyor. Zira tartışma, ABD'nin yaslandığı değerler sisteminin sorgulanması sonucunu doğuracak bir potansiyeli ihtiva ediyor.
Harvard ve Pennsylvania üniversiteleri, Ivy League (Sarmaşık Ligi) denilen ve ülkenin en prestijli 8 üniversitesinin içinde bulunduğu grupta yer alıyor. MIT ise bu ligde yer almamasına rağmen Times Higher Education'ın yayınladığı dünyanın en iyi üniversiteleri listesinde 3. sırada. Ülkenin en elit kurumlarının rektörlerinin Temsilciler Meclisinde azarlanması ve sorgulanması, ABD ve Batı dünyasındaki akademik cadı avının ulaştığı sınırlara işaret etmesi anlamında çok önemli. Rektörlere isnat edilen suçlama ise anti-semitik söylemlere alan açmaları ve Yahudi soykırımını yeteri kadar gür bir sesle kınamamaları.
Ucu rektörlere kadar uzanan bu türden bir baskının daha alt seviyelerdeki akademisyenler üzerindeki etkisini tahmin etmek zor olmayacaktır. Siyasilerin akademisyenleri kontrol altına almaya çalışmaları, yani siyasetin bilimi kolonize etmesinin muhtelif araçlarla gerçekleştiği görülüyor. Milyon dolarlık bağışların kesilmesi, üniversitelerin ekonomik ihtiyaçlarının karşılanamaması ve işleyemez hale gelmeleri riski karşısında akademik özgürlüklerden taviz vermeye zorlanmaları anlamını taşıyor. Bir anlamda "parayı veren, düdüğü çalar" diyorlar. Güç ve para sahibi azınlığın bilim adamlarını kendi gündemleri için kullanmaları, "araçsal aklın hakimiyeti" sonucunu en kaba şekilde gözleri önüne sererken, eserlerinde bu durumu eleştiren Habermas'ın İsrail'i desteklemesi ise tarihin en garip ironilerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Bu baskının niteliğini doğru tespit etmek çok önemli. Üniversite personelini susturmak ve seslerini kısmaktan ziyade belirli bir formatta konuşmaya zorlamak, bu baskının ayırt edici özelliğini oluşturuyor. Akademisyenlerin belirli bir türde ve formda konuşmaya zorlanmaları, Roland Barthes'in "Faşizm konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir" sözünü hatırlatıyor. "Holokostu yeteri kadar kınamıyorsunuz" suçlaması, bu sinsi stratejinin, yani İsrail'in sahip olmadığı ahlaki pozisyonunu, Batı dünyasının ve bilhassa Almanların tarihi suçlarına yaslanarak kazanma çabasının bir parçası.
Filistin'deki İsrail zulmünün son halkasını oluşturan 7 Ekim sonrasında yaşananlar, ABD başta olmak üzere Batı medyasında belirli bir tarzda sunulmakta ve çerçevelenmekteydi. İsrail'in katliamlarında haklı olduğu söylemini besleyen ve yerleştirilmeye çalışılan söylemsel stratejilerin belli başlı özellikleri rahatlıkla tespit edilebilir. En başta geleni, 7 Ekim'i bir milat olarak kabul edilmesidir. Buna göre Hamas, 7 Ekim saldırısını gerçekleştirmeseydi her şey yolundaydı. 7 Ekim öncesi bölgede hiçbir sorun yokmuş gibi, İsrail'in işgalleri 1948'ten başlamamış gibi bir alternatif gerçeklik inşa etmeye çalışan bu söyleme, İsrail'in kendini savunma hakkını ifa ettiği ve sadece Hamas'ı hedef aldığı türünden yalanlar da eşlik etmekteydi. Bu söyleme direnmeye çalışan medya anlatılarına izin verilmiyordu.
Benzeri bir söylem dayatması akademide de devreye sokulmaya çalışıldı. Akademisyenlerin meselelere bilimin ışığında yaklaşmaları, özellikle İsrail'in söylemlerinin yapı-sökümünü gerçekleştirmeleri, saldırıları için hiçbir hukuki ve ahlaki gerekçeye sahip olmadığı gerçeğini tüm dünyaya duyurmaları, akademisyenleri İsrail'in hedefi haline getirdi. İsrail'in ordu dilini benimsemeyen herkes iptal edilmeye (cancel) çalışıldı. Bu iptal kampanyasının küresel bir kampanya olduğunu vurgulamak gerekiyor. Fransız Fayard Yayınevi, ünlü tarihçi Ilan Pappe'nin "Filistin'de Etnik Temizlik" adını taşıyan kitabını piyasadan çekti. Heinrich Boell Vakfı tarafından Hannah Arendt ödülüne layık görülen gazeteci Masha Gessen'in Gazze'deki katliamları Yahudi soykırımına benzetmesi sonrası ödülü iptal edildi. 20. yüzyılın en önemli siyaset felsefecilerinden Arendt'in yaşadığı dönemde İsrail'i eleştiren bir tutum takınması da bir başka ironik durum.
Öte yandan rektörlerin bu suçlamalara yanıtı, Hamas'ın saldırısını kınadıkları ancak ifade özgürlüğünü korumayı önemsedikleri şeklinde oldu. Kampüs içerisinde hiçbir fiziksel saldırıyı tolere etmeyeceklerini belirten rektörler, farklı fikirlerin ifade edilmesini ifade hürriyeti açısından desteklediklerini söylediler. Ancak buradaki temel mesele, İsrail'in kendi pozisyonunu meşrulaştıran fikirler haricindeki tüm diğer fikirleri anti-semitist olarak kodlayarak Yahudilerin 2. Dünya Savaşı yıllarında çektiği acıları araçsallaştırması. Bu durumu kendi katliamlarını meşrulaştırmak için kullanmaya çalışması.
Yahudi soykırımı uzmanları, bu duruma karşı tavır alarak bir mektup yayınladılar. 20 Kasım'da The New York Review dergisinde yayınlanan mektupta, "Aşağıda imzası bulunan bizler, farklı kurumlarda çalışan Holokost ve antisemitizm uzmanlarıyız. Bu yazıyı, Gazze ve İsrail'deki mevcut krizi açıklamak için Holokost anısına başvuran siyasi liderler ve tanınmış şahsiyetler karşısında duyduğumuz dehşet ve hayal kırıklığını ifade etmek üzere kaleme alıyoruz" ifadeleriyle İsrail'e olan eleştirilerini sıraladılar.
Akademik özgürlük, akademisyenlerin araştırma konularının seçimi, araştırma süreçleri, araştırmalarının sonuçlarının ifade edilmesi ve üniversitelerde öğretilmesi konularında her türlü baskıdan azade olmaları demektir. Akademisyenler, bilimsel paradigma uyarınca uygun gördükleri tarzda ve yine ancak bilim camiasının denetimi altında faaliyette bulunurlar. Bu faaliyetler üzerinde siyasi ve ekonomik baskılar, akademik özgürlüğe müdahale anlamına gelir. Filistin'deki katliamlar, Batı akademisinin kendi değerleri ile çelişik bir pozisyona sürüklenmesi sonucunu doğurmuştur. Ancak bu savrulmaya direnen akademisyenler de yok değildir. Bütün kısıtlama ve baskılara rağmen seslerini hala duyurmaya çalışan bu onurlu insanlar, Filistin mücadelesinin akademi cephesinde mücadelelerini sürdürmektedirler.