Türkiye'nin en iyi haber sitesi
MURAT YEŞİLTAŞ

Yeni Ortadoğu’nun Sonu mu?

Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'e yönelik sürpriz saldırısı ve ardından İsrail'in Gazze'de devam eden orantısız askeri operasyonu, Ortadoğu tarihinde çok önemli bir dönüm noktası olma potansiyeline sahip. İsrail'in Gazze'ye saldırısının boyutlarını tahmin etmek belirsizliğini koruyor ve Hamas direnişini sürdürme konusunda büyük zorluklarla karşı karşıya.

Dahası, İsrail bu ani saldırının yansımalarıyla boğuşuyor. Ortaya çıkan manzara İsrail'i yeni bir güvenlik doktrinine ve Filistin meselesinde geçmişe kıyasla daha radikal bir duruşa itecek gibi görünüyor. Kaçınılmaz olarak, Lübnan ve Suriye'deki Hizbullah'ın bu çatışmaya dahil olması yakın görünmekte ve ABD için endişe yaratmaktadır. ABD'nin İsrail'e verdiği sınırsız destek durumu daha da kötüleştirmekte ve süregelen bölgesel dinamiklerin yeniden değerlendirilmesini gerektirmektedir. Sonuç olarak, bölgesel normalleşme bağlamında çerçevesi çizilen "yeni Ortadoğu"nun şekillenmesi giderek zorlaşıyor.

Arap Baharı'ndan "Yeni Ortadoğu"ya

Arap Baharı'nın patlak vermesi, demokratik güçleri güçlendirdiği ve yerleşik otoriter rejimleri yıktığı için "yeni Ortadoğu" tartışmalarını ön plana çıkarmıştı. Bazıları bu dönüşümü "tarihin normalleşmesi" olarak adlandırırken, bazıları da "yeni Ortadoğu" olarak adlandırdı. Ancak demokratikleşme ve normalleşmenin damgasını vurduğu bu dönem kısa sürdü. Suriye'deki iç savaşın derinleşmesi, Mısır'daki askeri darbe, Libyalı devrimcilerin karşılaştığı gerilemeler, Yemen'de süregelen çatışma ve DAEŞ gibi grupların yükselişi yeni Ortadoğu'nun rotasını demokratik güzergahından uzaklaştırdı. Sonuç olarak, demokrasi ve istikrar karşıt güçler haline gelerek bölgesel sorunların temel nedenleri bir kenara bırakıldı ve Arap Baharı'ndan kaynaklanan yeni zorlukların üstü örtüldü.

Dikkat çekici bir şekilde, DAEŞ'ın yenilgisi hem uluslararası hem de bölgesel aktörler tarafından yanlış yorumlandı. Arap Baharı'nın en karanlık sonucu olarak görülen DAEŞ'ın Suriye ve Irak'taki yenilgisinin yeni bir bölgesel düzen inşa etmek için yeterli olduğu varsayıldı. Gerçekte ise hiçbir sorun çözülmedi. Arap devletleri, devam eden Suriye krizini ele almadan Suriye'deki Esad rejimi ile ilişkilerini normalleştirdi. Körfez normalleşmesi Yemen sorunu çözülmeden gerçekleşti ve en önemlisi Arap-İsrail normalleşmesi Filistin sorunu dikkate alınmadan başladı. Böylece, yeni Ortadoğu diyaloğu normalleşme girişimleri aracılığıyla yeniden alevlendirildi ve kalıcı sorunlar ile normalleşme süreci arasındaki boşluğu doldurmakta başarısız oldu. Temel sorun, normalleşmenin tabana ulaşmaması ve gerçek sorunları ihmal etmesiydi.

Şu anda tartışılmakta olan yeni Ortadoğu, Arap Baharı sırasındaki vizyondan önemli ölçüde farklılaşmaktadır. İlk tartışmalar demokrasi ve statükonun değiştirilmesi etrafında dönerken, şu anki odak noktası istikrar ve mevcut düzenin korunmasıdır. İlkinde devlet dışı aktörler çevreden merkezine taşınmıştı. İkincisinde ise merkezi aktörler bölgesel istikrarı vurgulayarak pozisyonlarını yeniden tahkim ettiler. İlkinde ekonomi ikincil bir rol oynarken, ikincisinde ekonomi merkezde yer aldı. Bu değişim, geleneksel fay hatlarını marjinalleştirdi ve yeni bir bölgesel düzen kurmanın anahtarı olarak jeo-ekonomik dinamiklere yatırım yapıldı. Sonuç olarak, 2020'den sonra üç farklı siyasi patika ortaya çıktı: Arap-İsrail normalleşmesi (İbrahim Anlaşması), Türkiye'nin bölge ülkeleriyle normalleşmesi (BAE, İsrail, Suudi Arabistan, Mısır) ve Arap-İran normalleşmesi. Tüm bunlar kaotik bir bölgesel atmosferden daha belirleyici bir normalleşme dönemine geçişe katkıda bulundu.

7 Ekim'den Sonra Ortadoğu

Hamas'ın İsrail'e yönelik beklenmedik saldırısı ve İsrail'in devam eden askeri operasyonları bu ilerlemeyi rayından çıkarma potansiyeline sahip ve bu da Ortadoğu'da yeni dönem olarak adlandırılan sürecin sonunu getirebilir. Bu durumun geleceği büyük ölçüde İsrail'in atacağı adımlara, Hamas'ın akıbetine ve çatışmanın genişleme kapsamına bağlı.

İsrail'in mevcut askeri yaklaşımı, Hamas'ın tamamen yok edilmesini hedefleyen Gazze'ye yönelik kapsamlı bir kara operasyonuna işaret ediyor. Bu strateji, Gazze'deki sivilleri belirli alanlara hapsederek İsrai'inl insandan arındırılmış bölgelerin kontrolünü hedefliyor ve böylece Hamas'ın etkisini kalıcı olarak zayıflatmayı amaçlıyor. Böylece Gazze'nin bir kısmında kalıcı ve yeni bir İsrail işgali söz konusu olacak. İsrail'deki savaş yanlısı kamp, Irak ve Suriye'deki DEAŞ karşıtı operasyonlarda kullanılan askeri stratejileri hatırlatır şekilde Hamas'ı söylemsel olarak DAEŞ'le bir tutuyor ve bu da Gazze'ye yönelik Rakka ve Musul'daki operasyonlara benzer bir sonuç üretebilir. Şu anda uluslararası destek İsrail'e bu stratejiyi hayata geçirmesi için önemli bir avantaj sağlıyor.

Ancak İsrail'in kara harekâtı çok sayıda zorlukla karşı karşıya. Devlet dışı silahlı grupların asimetrik çatışmalarda yeteneklerini nasıl geliştirdiklerini ve düzenli ordu birlikleri için zorluklar yarattıklarını gösteren Ukrayna ve Suriye savaşlarındaki örnekleri hatırlamak bu noktada oldukça önemli. Hamas'ın artan kapasitesi, şehir savaşlarındaki deneyimi, Gazze'deki yüksek nüfus yoğunluğu, Hamas'a verilen yaygın halk desteği, şehir yapılaşması ve Gazze'deki yeraltı tünelleri göz önüne alındığında, İsrail'in kara harekatının Hamas'ı tamamen ortadan kaldıracağı şüphelidir. Buna ek olarak, Hizbullah'ın Lübnan ve Suriye sınırı boyunca harekete geçmesi İsrail'i kuvvetlerini kuzeye kaydırmaya zorlayabilir ve muhtemelen çatışmayı birden fazla cephede genişletebilir. ABD'nin İsrail'e verdiği destek üçüncü tarafların müdahalesine yol açacak kadar tırmanırsa, bu durum bölgesel bir krize yol açabilir. Bu anlamda, Biden yönetiminin politikalarında İran'ın artan önemi karmaşıklığı daha da arttırıyor.

Hamas'ın 7 Ekim'deki operasyonunun ardındaki hedefler belirsizliğini koruyor. Belirtilen hedefler İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarına son vermek, Mescid-i Aksa'ya yönelik saldırıları durdurmak ve İsrail hapishanelerindeki Filistinlilerin serbest bırakılmasını sağlamak gibi görünüyor. Ancak, "El Aksa Tufanı" olarak adlandırılan bu operasyon taktiksel değil de stratejik kaygılarla yürütülüyorsa, durumun Filistin meselesinin ötesine uzandığı anlamına gelir. Eğer durum böyleyse, Ortadoğu'daki normalleşme süreçlerini sekteye uğratabilir. Bunun ilk sonuçlarından biri, Biden yönetiminin yakınlaşmayı teşvik etme çabalarına rağmen İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesinin askıya alınması olabilir. İsrail ile BAE, Bahreyn ve Fas arasındaki normalleşme çabaları da olumsuz etkilenebilir ve Türkiye ile İsrail arasında zaten gergin olan normalleşme daha fazla zorlukla karşılaşabilir. Türkiye rehinelerin serbest bırakılmasını müzakere etmeyi başarır ve çatışmayı yatıştırırsa durum düzelebilir. Ancak durum buna işaret etmiyor. Tersine, bu çabalar başarısız olur ve İsrail'in Gazze'deki işgali şiddetlenirse, Ankara ve Tel Aviv'in devam eden diplomatik süreçlerini yeniden gözden geçirmeleri gerekebilir.

Sonuç olarak, 7 Ekim olayları yeni Ortadoğu'nun kapısını geçici olarak kapatabilir ve yeniden açılması İsrail'in Filistin meselesinde seçeceği yola ve genel jeopolitik ortama bağlı olabilir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA