Richard Falk'un Başbakan Davutoğlu ile yaptığı söyleşi Open Democracy (OD) adlı internet sitesinde yayınlandı. OD editörü Mary Fitzgerald söyleşiyi oldukça 'problemli' ve 'sinir bozucu' olmasına rağmen yayınladıklarını ifade eden bir de yazı yazdı. OD, Davutoğlu'nun, röportajda Gezi olaylarına dair değerlendirme yapmamasını, gösterilerden kalma 'dehşet içinde taksiden geriye doğru bakan bir kadın' fotoğrafı ile çerçevelemeyi tercih etti. Fitzgerald ayrıca, OD'nin editöryal toplantısında röportajın yayınlanmasına dair çeşitli itirazların olduğunu, söyleşiyi yapan kişinin Falk olması nedeniyle ve OD'nin 'çoğulculuk' anlayışı çerçevesinde yayınlamaya karar verdiklerini ifade etti. OD bununla da yetinmeyerek, röportajın yayınlandığı gün, farklı uzmanlardan görüş alarak Davutoğlu'nun röportajına cevap veren yazılar yayımladı.
Çoğu Türkiye 'uzmanı' bu yazarlardan bazıları Davutoğlu'nun röportajındaki ana noktalara temas etmekle birlikte bazıları röportajın OD'de yayınlanmasının 'yanlış' olduğuna vurgu yaparak, OD'nin hükümetin 'propagandasına' alet olduğunu dile getirdi; hatta aralarından Falk'u suçlayanlar da oldu.
Peki, demokratik bir şekilde seçilmiş bir hükümetin Başbakanı'nın röportajının yayınlanması neden 'gayri meşru' ilan edilmeye çalışıldı? Neden Türkiye'deki gelişmeleri, doğal olarak hükümetin penceresinden anlatan en tepedeki ismin söylediklerine röportajın kendisinden toplamda daha uzun yazılarla karşılık verildi? En önemlisi de Davutoğlu'nun röportajını bu yazarlara göre bu derece 'ürkütücü' kılan tam olarak neydi? Bir başka soru da şu: Adı 'opendemocracy' olan bir forumda 'eleştiriye karşı tahammülsüzlüğü eleştiren' biri neden böylesi bir söyleşinin yayınlanmasından son derece rahatsız?
Türkiye kurgusu
Bu sorulara elbette tatmin edici cevaplar vermek zor. Zira yazılardaki ortak 'otoriterlik' söylemini inşa etmek için yapılan tarihsel analojiler dikkate alınacak cinsten değil. Öyle ki Ayetullah Humeyni'den Çavuşesku'ya değin bir dizi abartılı tarihsel analojinin ve fotoğrafın içine yerleştirilmeye çalışılan bir Türkiye anlatısı kurmaya çalışmak Türkiye'yi anlamaktan öte belirli bir söylemi dolaşıma sokmak amacı taşıyor. Söz konusu 'Türkiye kurgusu' da çelişkilerle dolu.
Eleştirilerin birçoğu Türkiye'deki hükümetin hem varlığını hem de mevcut politikalarını bir bütün olarak 'gayri meşru' ilan etme çabası içinde. Daha da önemlisi, bu eleştirileri dile getiren isimlerin hem geleneksel hem de sosyal medyadaki tavırları son derece taraflı. Kendi hükümet karşıtı pozisyonlarını 'ahlaki' olarak pazarlıyor, bu pozisyonu eleştirenleri 'hükümet yandaşı' olarak kodluyor ve 'gayri ahlaki' olarak etiketlemeye çalışıyorlar.
Bu durumda her türlü eleştiri 'belirli bir pozisyonun ürünü' olarak ele alınmak yerine 'hakikatin bizatihi kendisi' olarak yansıtılıyor. Nihai olarak kendi kendini sürekli besleyen 'eleştirel döngü' muhaliflik pozisyonunun ayrılmaz bir parçası haline geliyor. Elbette amacım bütün eleştirilerin gerçeklikten uzak ya da gayri meşru olduğunu iddia etmek değil. Ama kısaca özetlediğim muhaliflik pozisyonunun bir Türkiye kurgusu inşa edip, onu 'öteki' kategorisinin içine hapsetmeye çalıştığı da bir gerçek.
Yersiz klişeler
Daha açık bir ifade ile söylemek gerekirse... Mesele Davutoğlu'nun ne söylediğini dinlemek ve anlamaya çalışmak değil. İnşa edilen kurgusal AK Parti ötekisini konumlandırma çabası.
Çavuşesku ya da Humeyni benzetmeleri, pan-İslamcılık gibi 'ısrarcı ve yersiz klişeler' Türkiye siyasetini anlamak için yeterli değil. Türkiye'ye bu çerçeveden bakmak ve başkalarını da böyle bakmaya zorlamak 'militan' bir AK Parti karşıtlığından başka bir anlama gelmiyor. Dolayısıyla sadece kendi 'militan eleştirel döngüsünü' besleyen ve nihai olarak 'dönüşümsel olmayan' bir eleştiriden geriye sadece 'AK Partifobizm' kalıyor.
Belki de 'Yeni Türkiye endişesi' demeliyim.
* Dr., Sakarya Üniversitesi