Taliban önderliğindeki muhalif kanadın iktidarı ele geçirmesiyle birlikte, Afganistan tedrici bir şekilde gündemden düşmeye başladı. "Uluslararası toplum" dediğimiz ve devletlerin toplam rakamına eşitlenmiş "varlık" ise Afganistan gerçeğini dondurma niyetinde. Nitekim basında Afganistan haberleri azalmaya başladı ve devlet insanlarının Afganistan ile ilgili söylem ve girişimleri düşük profilli bir seyirde. Öte yandan uluslararası alanda artan "ilgisizlik", Afgan halkını, değişimi kabullenmeye itmekte.
Afganistan meselesine yönelik yabancılaşma eğilimi, muhtemelen, Afganistan'dan gelecek haberlerle önce bir irkilmeye, sonra tekrar durumu kabullenmeye neden olacak. Ancak kendi kaderine terk edilemeyecek kadar kıymetli olan Afganistan, el uzatılmadığı takdirde büyük maliyetlere neden olabilir. Nitekim uluslararası sistemin obrukları çöktüğünde sadece konumlandıkları alanı değil, geniş bir coğrafyayı sarsabiliyor. O halde Afganistan'da meydana gelen siyasi, insani ve güvenlik krizi nelere yol açabilir, bakmak gerekir.
Uluslararası toplum, 1990'lardan itibaren "sorumlu devlet", "insani müdahale", "barışa destek" veya "devlet inşası" gibi sloganlarla yapılan askerî angajmanlarında başarısız oldu. Müdahale edilen devletler bilâkis parçalanırken mahir olmayan devlet adamları ve generallerin diyetini halklar ödedi. Ütopik söylemlerle meşrulaştırılmaya çalışılan Amerikan müdahalelerinin ve NATO misyonlarının çöküşü toplumları otoriter rejimlere itaat etmeye itti. Çünkü başarısız olan devletlerin askerî müdahalelerle "Batı" ayarlarına çekilmesi hayal olmaktan öteye geçemedi. Ayrıca apar topar icra edilen "geri çekilme" operasyonları, Irak ve Afganistan örneğinde olduğu gibi, dramları perçinledi. Dolayısıyla Afganistan da böyle bir eğilimin istisnası değil.
Batılı devletlerin, idealist söylemlerle icra ettiği ve Amerikan özgürlük anlayışı ile bezenmiş müdahalelerin en büyük maliyeti "güven" duygusunun sarsılması. Artık toplumlar, kendi devletlerinde sorun yaşadıklarında uluslararası toplumun "iyi niyet" girişimlerine güvenmiyor. Aslında bu tür girişimlerin iyi niyetli olmadığını da düşünüyor. Dolayısıyla bireysel ve aile düzeyinde hâl çareleri aramaya ve kendi güvenliğini sağlamaya çalışıyor. Böyle bir arayış; yaşadığı toprakları terk etme, meydan okuyan muhalif unsurlara katılma – yani radikalleşme veya içe kapanıp beka tedbirleri alma seçeneklerini belirgin hale getiriyor. O halde Afganistan meselesini bu seçenekler minvalinde değerlendirmek gerekir.
Güven erozyonu sonrasında Afgan halkının yollara dökülmesi ve Batı istikametinde göçe meyletmesi ilk seçeneğin bir sonucu. Toplum güvenliği bağlamında göç Batılıları tedirgin ederken sonuçlarını tahayyül etmek zor değil. Yakın gelecekte Batı ülkelerinde bir Afgan diasporası – aynen Suriyeliler gibi, vücut bulabilir. Göç ettikleri ülkelerde kötü muameleye ve ilgisizliğe maruz kalan Afgan bireyi, kendi ülkesinde yaşananlardan göç ettikleri toplumu sorumlu tutup intikam hislerini keskinleştirebilir. Yani ABD'nin başlattığı yirmi yıllık Afganistan macerasının sonuçlarını Batı toplumları kendi ülkelerinde bir diyet şeklinde ödeyebilir.
İkinci seçenek olan yeni iktidara katılma ve radikalleşme Afganistan'ı terk edemeyen Afgan halkı üzerinde büyük bir baskı oluşturabilir. Ancak radikalleşip Taliban'a katılarak güvenliğini sağlayabilen bireyler Taliban'ın yaratacağı elitin bir parçası olmak isteyecektir. Böylece kadın ve çocuklar başta olmak üzere Afgan toplumunun marjinalleşme riski üstlenen bölümü geri dönülmez bir maceraya sürüklenebilir. Ayrıca Afganistan dışındaki radikal kişi veya örgütlenmeler Afganistan'ı zafer kazanılmış bir alan olarak görüp hem Afgan topraklarına yönelebilir hem de kendi ülkelerinde benzer girişimlere angaje olabilir. Nitekim Pakistan'da mevcut medreselerin, Taliban sonrasında Afganistan'da daha da yayılması ve radikalliğin bir eğitim merkezi olması ihtimal dahilinde.
Toplumun büyük bir kesimi radikalleşirken geri kalanı üçüncü seçeneği, yani beka tedbirlerini artırıp içe kapanmayı tercih etmek zorunda kalabilir. Ancak böyle bir arayış bazı ödünleri beraberinde getirmekte. Hâkim ideoloji ile birlikte yaşamak empoze edilen hayat tarzını benimsemek anlamına geliyor.
Afgan halkını bahse konu seçeneklere itmemek adına yapılması gerekenler aslında karmaşık değil. Taliban, her ne kadar kendi dünya görüşü ve yorumlamalarıyla ön plana çıksa da Taliban'ı yabancılaştırmak ve karşıtlaştırmak Afgan halkına üç seçenekten birisini dayatabilir. Ancak Taliban'ı ihtiyaç duyduğu meşruiyet ve teknik yardım üzerinden 'değişime' zorlamak Afgan halkına dördüncü seçeneği sunacak: kendi taleplerini Taliban'a dayatmak ve dönüşüme zorlamak. Bu noktada Türkiye'ye büyük bir rol düşüyor: Afganistan'a insani değerleriyle el uzatmak ve bekasına odaklanan Afgan halkına ulaşmak.