2021 yılının hemen başında Körfez devletleri arasında başlayan normalleşme yılın ikinci yarısında Türkiye'yi de kapsayacak şekilde genişledi. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)'nin Katar ile ilişkilerini normalleştirmesi, 2017 krizinde Katar'ın en büyük destekçisi olan Türkiye ile ilişkilerindeki gerginliğin önemli nedenlerinden birini ortadan kaldırmış oldu. Bölgesel (Türkiye'nin artan sert güç etkinliği) ve küresel (Biden'in ABD'de iktidara gelmesi gibi) gelişmelerin de etkisiyle Körfez ülkeleri arasındaki en iddialı bölgesel politikayı izleyen BAE, izlediği siyasetin sürdürülebilir olmadığının farkına vardı.
BAE Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayid'in Kasım 2021'de yaptığı Türkiye ziyareti iki ülke ilişkilerinde önemli bir kırılmaya yol açtı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın geçen hafta BAE'ye yaptığı ziyaret ile Türkiye-Körfez normalleşmesi yeniden gündeme geldi. İki ülke arasındaki normalleşmenin içeriğine bakıldığında birbirleriyle irtibatlı dört hususun dikkate alınması gerektiği görülür. Birinci olarak, devletler bir diğerini ötekileştirmekten vazgeçtiler. Bu durum özellikle BAE'nin Türkiye karşıtı gruplara ve kişilere destek vermekten vazgeçmesi demektir. Muhammed Bin Dahlan ve Sedat Peker'in sessizliğinden hareketle BAE'nin bu konuda tedbirler almaya başladığı söylenebilir. Belirli bölgesel konularda fikir ayrılıkları devam etse de çatışmacı siyasetin izlenmeyeceği söylenebilir.
İkinci olarak, Türkiye'nin pek çok bölgesel ve küresel devlete karşı izlediği "sektörel siyaset" anlayışını BAE'ye karşı da devreye soktuğu görülmektedir. ABD ve Rusya gibi ülkelerle ilişkilerinde olduğu gibi, Türkiye BAE ile ilişkilerinde de konuları birbirinden ayrı tutarak ele almaya başladı. İkili ilişkilerdeki sıfır-toplamlı ve bütüncül bakış açısının yerini sektörel siyaset aldı. Son iki ziyaret sırasında önemli konulardaki fikir ayrılıkları kenarda tutularak pozitif gündem ön plana çıkarıldı. Bundan sonraki ilişkilerde de "ya hep, ya hiç" düşüncesine kapılmadan konuların ayrı ayrı ele alınacağı öngörülebilir.
Üçüncü olarak, iki ülke arasındaki normalleşme şimdilik daha çok teknik konularda pozitif bir gündemi öne çıkarmakla gerçekleşmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ziyareti sırasında iki ülke hükümetleri arasında 13 anlaşma imzalandı. Bu antlaşmaların tamamı savunma sanayi, sanayi, teknoloji, sağlık, tarım, ticaret, ekonomi, afet yönetimi, kara ve deniz taşımacılığı, iklim değişikliği, meteoroloji, kültür, gençlik, iletişim ve arşiv gibi teknik alanlarındadır. Veliaht Prensin Kasım ayındaki Ankara ziyareti sırasında imzalanan 10 anlaşma (enerji, çevre, kara paranın aklanması ve terörizmin finansmanının önlenmesi bağlamında mali bilgilerin değişimi, devlet fonlarının yönetimi, borsalar, merkez bankaları ve gümrük konuları) da benzer konularda idi. Ekonomik ve teknik alanlarındaki işbirlikleri, bölgesel bağlamdaki siyasi ve stratejik konulardaki işbirliği ihtimalini de güçlendirecektir.
Dördüncü olarak, BAE ve Türkiye siyasi ve güvenlik konularını da ikiye ayırarak ele alacaklardır. İki ülke hem işbirliği yapabilecekleri hem de üzerinde uzlaşamayacakları konularda daha işbirlikçi ve daha esnek/uzlaşmacı tavırlar sergilemeye başladılar. İki ülke, ortak bölgesel tehditlere karşı işbirliği yapmaya gayret göstereceklerdir. Özellikle, ABD Başkanı Biden'in İran ile uzlaşma yollarını araması üzerine iki ülke, Körfez güvenliği bağlamında ve Yemen krizinde Husilere verdiği destek üzerinden İran'ın bölgesel iddialarına karşı ortak tavır geliştirmede işbirliği yapabilir.
Ankara ile Abu Dabi arasındaki temel bölgesel uyuşmazlıklarının başında Arap Baharı sonrası dönemde farklı siyasal ve toplumsal dinamiklere ve aktörlere destek vermeleri gelmekteydi. 2013 yılındaki Mısır askeri darbesinden bu yana yaşanan gelişmeler sonrasında özellikle Müslüman Kardeşler ve benzeri ana-akım İslami hareketlerin ve toplumsal yapıların ciddi bir güç kaybı yaşaması Arap dünyasında ciddi bir güç dengesizliği ortaya çıkardı. BAE ve diğer Körfez ülkeleri muhalif hareketlerden daha az tehdit algılar hale geldi. Dolayısıyla, bunlara destek veren Türkiye gibi ülkelerin ötekileştirilmelerinin de pek bir anlamı kalmamış olabilir. Ayrıca, yukarıda ifade edildiği gibi, 2017 Katar krizinin 2021 başında çözülmüş olması da Katar'ın yanında duran Türkiye'nin ötekileştirilmesini gereksiz kılmış olabilir. Yemen ve Sudan gibi bölgesel krizlerde değişen şartlar ve güç dengeleri iki ülkenin doğrudan karşı karşıya gelmesini engelledi. Sadece Suriye ve Libya krizlerindeki fikir ayrılıkları devam ediyor. Ancak, bu iki krizde de tarafların pozisyonlarında görece bir yumuşama söz konusudur.
Son olarak, BAE gibi devletlerin, Türkiye ve İran gibi bölgenin etkili ve güçlü devletlerinin ötekileştirilmesi üzerinden uzun erimli iddialı bölgesel politikalar izlemesi sürdürülebilir değildir. Biden Yönetimi'nin, Trump'ın sağladığı desteği geri çekmesi dolayısıyla dış destekten de mahrum kalan BAE Hükümeti'nin iddialı dış politika izlemesinin maliyeti artmış oldu. Öte yandan, Batılı küresel aktörler tarafından ötekileştirilen Türkiye'nin tek başına bu devletlere karşı etkili bölgesel projeksiyonlar gerçekleştirmesi pek mümkün değildir. Bu durum, bölgesel devletler arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesini gerektirmektedir. Bölge devletlerinin dış politikalarını çeşitlendirme ihtiyacı da daha çok bu husustan hareketle bir gereklilik arz etmektedir.
Önümüzdeki aylarda ve yıllarda bölgede yaşanacak benzer gelişmeler iki ülke arasındaki ilişkileri farklı bir düzleme de taşıyabilir. Ancak şu an itibariyle, taraflar arasındaki güvensizliğin giderilmesi çabalarına devam edileceği söylenebilir.