1975'te petrol ambargosunun da etkisiyle ortaya çıkan dünya finansal krizini görüşmek ve üstesinden gelmek üzere oluşturulan G7 platformu uzun süre dünya siyasetinde ve ekonomisinde etkili oldu. Dünyanın en büyük, kalkınmış ve sanayileşmiş yedi ülkesi ve Avrupa Birliği'ni (AB) bir araya getiren bu yapı gelişmiş kapitalist ülkeleri küresel krizlere karşı korumuş ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) liderliğindeki liberal dünya düzeninin devamını sağlamada etkili bir rol oynanıştır.
Soğuk Savaş'ın bitiminden sonra Batı blokuna yakınlaştırma umuduyla liberal bir sisteme entegre edilmek istenen Rusya da bu platforma davet ile dahil edilmiş, böylece üye sayısı sekize çıkmıştır. Ancak Putin'in Rusya'da güçlü bir iktidar oluşturması, Çin ile yakın iş birliğine girmesi ve en önemlisi Batı hegemonyası altındaki tek kutuplu dünya sistemini kabul etmeyeceğini ilan etmesiyle birlikte Rusya 2014'te platformdan çıkarılmış ve üye sayısı yeniden AB dışında yediye düşmüştür.
Belirli aralıklara toplanıp dünya siyaseti ve ekonomisinin geleceği konusunda G7 ABD öncülüğünde oligopolistik bir liderlik rolü oynamaktadır. 24-26 Ağustos 2019 tarihleri arasında Fransa'nın Biarritz kasabasında toplanan son G7 zirvesi de belirli sorunların gölgesinde toplandı. Toplantıya ev sahibi Fransa dışında ABD, Almanya, İngiltere, Japonya, Kanada, İtalya liderleriyle Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk katıldı. Toplantının ana gündemi olarak belirlenen eşitsizlikle mücadele dışında küresel güvenlik, iklim değişikliği, kadına şiddet ve cinsiyet eşitliği konuları görüşüldü. Ayrıca Ukrayna, Suriye, İran ve Brexit gibi kriz konuları da tartışıldı.
Her ne kadar ABD Başkanı Donald Trump dünya liderleriyle harika bir toplantı geçirdiğini açıklasa da toplantı sırasındaki bazı gelişmeler bu platformun varlık sebebi ile uyuşmayan bir resim ortaya çıkarmıştır. Öncelikle G7'nin baskın üyesi ve platformun korumaya çalıştığı mevcut uluslararası sistemin kurucusu olan ABD artık sistemin işleyişinden memnun değil. Liberal demokrasi ile serbest piyasa ekonomisinin temellerinden sarsıldığı bugünlerde ABD yönetimi tamamen reel-politik bağlamında bir siyaset izlemektedir. Bundan dolayı da G7 gibi çok-taraflı bir uluslararası platformda diğer küresel aktörlerle ortak tavırlar geliştirme konusunda sorunlar yaşamaktadır. ABD'nin tek yanlı siyaseti ve diğer üye ülkelerin rızasını aramaması G7 platformunu da olumsuz etkilemektedir.
Birinci hususun da devamı olarak ikincisi ABD ile Avrupa ülkeleri arasında uluslararası sistemin işleyişi konusunda ciddi fikir ayrılıkları bulunmaktadır. Avrupa ülkeleri, ABD'nin tek yanlı ve reel-politiğe dayalı siyasetine karşı çıkmakta ancak taraflar arasındaki güç dengesizliği dolayısıyla Washington'a karşı etkili olamamaktadır. Netice itibarıyla da uluslararası siyasi gelişmeleri farklı okumaktadırlar. Örneğin zirve sırasında ABD Başkanı Trump Rusya'nın yeniden platforma dahil edilmesi talebinde bulunurken İtalya dışındaki diğer Avrupa ülkeleri buna şiddetle karşı çıktılar. Hatta Avrupa Konseyi Başkanı Tusk, Rusya'ya tepki olarak Ukrayna'nın gelecek zirve toplantılarına misafir olarak davet edilmesi gerektiğini açıklamıştır.
Üçüncü olarak Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un İran Dışişleri Cevad Zarif'i zirve toplantısına davet etmesi sürpriz olarak nitelendirildi. Avrupalı ülkeler, İran'a daha fazla yaptırım uygulanmasına karşı çıkmaktadır. Trump yönetimi, Obama döneminde BM Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesi ve Almanya'nın İran ile imzaladıkları nükleer enerji antlaşmasından ABD'nin imzasını geri çekerken Avrupa ülkeleri antlaşmanın korunmasını talep etmektedir.
Önümüzdeki yıllarda ABD ile diğer üye ülkeler arasındaki bakış farkının daha da artacağı beklentisi vardır. Batılı ülkelerde esen sağcı ve aşırı milliyetçi siyaset rüzgarı G7 gibi çok-taraflı uluslararası platformları daha da işlevsizleştirecektir.