Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Suudi Arabistan ziyareti ve Kral Selman'ın ziyaret sırasında kendisine gösterdiği yakın alaka, bir kez daha Türkiye'nin bölgedeki gücünü ve ağırlığını gösterdi.
Önümüzdeki dönemde iki ülke arasındaki ilişkilerin iyileşmesi ve bir stratejik ortaklığa dönüşmesi bölgedeki dengeleri de derinden etkileyecektir. Daha şimdiden Ankara ile Riyad arasında, Mısır hariç, diğer bölgesel konuların hemen hepsinde bir söylem birlikteliği söz konusudur.
Ankara ile Riyad arasındaki ilişkilerin gelişmesi bölgesel dengeleri değiştirecek potansiyele sahiptir. Bugün itibariyle bölgede üç önemli güç ekseni bulunmaktadır. Bunlardan birincisi İran, Irak, Husiler, Hizbullah, Rusya ve Çin gibi bölgesel ve küresel aktörlerin oluşturduğu İran merkezli eksendir.
İkincisi, İsrail, Ürdün, BAE ve Mısır gibi aktörlerin oluşturduğu İsrail eksenidir.
Kral Abdullah Suudisi de bu gruptaydı.
Üçüncü eksen ise, Türkiye ve Katar ile İhvan, Nahda ve Hamas gibi bölgesel muhalif hareketlerin oluşturduğu Türkiye eksenidir.
Öncelikle, bir süredir büyük ölçüde kopuk olan Türkiye-Körfez ilişkileri yeni bir döneme girmiş bulunmakta ve Türkiye bir süredir içinde bulunduğu yalnızlıktan kurtulmakta.
Ankara'nın bu ülkelerle siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel ilişkileri yeniden canlanacak. Özellikle son iki yılda azalma eğilimi gösteren doğrudan yabancı yatırımların ve sermaye akışının artması beklenmekte.
İkinci olarak, Kral Abdullah ve yanında şahin kanadın siyasal söylemiyle ötekileştirilen ve terör örgütü ilan edilen İhvan-ı Müslimin ve ona yakın Nahda gibi değişimci siyasi gruplara bakışta meydana gelen değişim, Türkiye'nin bölgesel söyleminin yeniden güçlenmesi anlamına gelmekte.
Türkiye ve Katar dışında bölgede İhvan çizgisini destekleyen bir devlet kalmamıştı. Kral Abdullah döneminde İhvan'dan algılanan tehdit, İran'dan algılanan tehdidi geçmiş bulunmaktaydı. Demokratik ve halkın taleplerine karşılık veren İslami bir söylemin siyasi iktidar olması, Riyad başta olmak üzere Körfez'deki tüm monarşiler için acil ve yakın bir tehdit olarak algılandı ve ötekileştirildi.
Örneğin, Yemen'de İhvan çizgisindeki Islah Partisi'nin iktidarını engellemek için Ali Abdullah Salih liderliğindeki eski rejimin, İran desteğindeki Husilerle işbirliği yapmalarına ses çıkarmadı.
Bölgesel denklem
Üçüncüsü, Türkiye'ye en karşıt olan iki devlet Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) Riyad'daki yönetim değişikliğinden ve Erdoğan'ın Riyad ziyaretinden en çok zarar gören ülkeler olması bekleniyor. Daha cenaze töreninde Riyad'daki yeni yönetimin dış politika değişimini gösteren gelişmeler yaşanmıştı.
Eski yönetimin ötekileştirdiği Erdoğan cenazeye katılırken BAE ve Mısır liderleri davet edilmemiş ve katılmamışlardı.
Kral Abdullah'ın ölümünden hemen sonra Katar siyaseti de tekrar bir Türkiye yanlısı ve/veya Sisi karşıtı bir çizgiye evrilmeye başladı. Suud eski Kraliyet Divanı Başkanı Halit et-Tuveyric'in aracılığıyla Katar ile Mısır arasında varılan uzlaşma da Tuveyric'in görevden alınmasıyla sona ermiş oldu.
Dördüncüsü, Erdoğan'ın ziyareti Türkiye'yi Riyad için yeniden bölgesel denklemin merkezine oturtmuştur.
Yemen'de Husilerin iktidara gelmesiyle kendisi İran kuşatması altında bulan Suudi Arabistan Türkiye'ye her zamankinden daha çok ihtiyaç duymaktadır. İran, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'deki Şii rejimler Riyad'ı kıskaca almış bulunmaktadır.
Beşincisi, Ankara ile Riyad'ın geliştireceği stratejik ortaklık Suriye'deki iç savaşta da muhalifler lehine gelişmelere vesile olacaktır. Yakın zamana kadar Türkiye ve Katar dışında gerçek manada muhaliflere yardım eden bir ülke kalmamıştı. Suudi Arabistan'ın yapacağı ekonomik ve Türkiye'nin yapacağı teknik ve askeri yardımlar hayati bir rol oynayabilir.
Riyad, Suriye muhalefetiyle yeniden doğrudan ilişkiler geliştirecektir. Suriye'de hem IŞİD ile hem de Esed rejimiyle mücadele artacak, neticede de bölgenin istikrarsızlıktan kurtulma ihtimali güçlenecektir.