Modern anayasalar, sosyo-legal ve sosyo-politik alanı düzenleyen ve birey ile kamu otoritesi arasındaki diyalektik ilişkinin kurulmasını amaçlayan "toplumsal sözleşmelerdir". Anayasa, devletin teşkilat yapısı ile haklar ve özgürlükler kataloğu üzerinden devlet ile millet ilişkisinin normatif çerçevesini kurgulayan meta metindir. Siyasal alanı güçlendirmek amacıyla varlığı tanımlanan anayasaların kurucu aktörünü bireyler/yurttaşlar oluşturmaktadır. Bundan ötürü hak temelli bir anayasada bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması ve meşruiyet ilkesi çerçevesinde temsiliyet ilişkisi kurulması esastır. Nitekim kamu otoritelerinin yapısı ve işleyişi anayasada kayıtlanarak varlık bulmaktadır. Kamu otoritelerinin görev ve yetkilerini belirleyen anayasa aynı zamanda bunların yetki kullanımına hem esasa hem de usule dair sınırlamalar getirmektedir. Anayasalar yurttaş ile kamu otoritesi arasında formel bir sözleşme olmaktan ziyade bir ulusun daha geniş kültürel kimliğini ya da "ruhunu" somutlaştıran "toplumsal uyum ilkesine" tekabül etmektedir. Kuşkusuz siyasi, iktisadi, hukuki ve kültürel düzlemde yapısal dönüşümün taşıyıcı normatif aracı, vesayet kurucu otoriter yapılardan arındırılmış sivil bir anayasadır.
Nitekim normlar hiyerarşisinin üst metnini ifade eden anayasaların maddi kaynağını millet iradesinin "biçimlendirici ruhu" oluşturmaktadır. Anayasa "bir ulusun iç yaşamı" olarak varlık bulmaktadır. Bu ruh, anti-demokratik ve vesayetçi bir anlayışla inşa edilen 1982 Anayasasının yürürlüğe girdiği günden bu yana sürdürülen kamusal tartışmalarla kendisini ortaya koymaktadır. Tam da bu noktada sivil anayasa kavramsallaştırılmasına işaret edilmelidir. Sivil anayasa; "anayasanın türünü, otoriter niteliğini ve hak öznesi olarak yurttaşların devlet otoritesiyle olan ilişkisini" ortaya koymayı amaçlayan bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır. Sivil anayasacılık, anayasal otoriteyi siyasi bir terminoloji ve bağlam üzerinden açımlamaktadır. Ayrıca yurttaşlara anayasallık ilkesi çerçevesinde birtakım ödevler yüklemektedir. Bu yönüyle sivil anayasa ulus ruhunu esas alan "eşitlikçi, özgürlükçü ve çoğulculuk ilkesi" temelinde "anayasal yurttaşlık" anlayışı inşa etmektedir. Böylelikle anayasanın temel kurucu aktörünün yurttaşlar olduğu katılımcı bir toplum prototipi öngörmektedir. Sivil anayasa, temel normlar piramidindeki yasa olan bir norm olmanın ötesinde anayasaların politik bir sözleşmesel metin olduğunu vurgulamaktadır.
Türk Anayasacılık tarihimizde sivil iradeyi esas alan anayasanın gereği uzun zamandır tartışma konusu yapılmaktadır. Anayasal kurumsallaşma tarihimiz açısından baktığımızda mevcut anayasaya içkin otoriteryen yönetsel pratiğin izlerini taşıyan çok sayıda sorunlu hüküm bulunduğu ifade edilmelidir. Öyle ki 1982 Anayasasının demokratik siyasallığı ve özgürlükler alanını tahkim etme amacını değil; vesayetçi otoriteryenliği güçlendirmeyi hedeflediği görülmektedir. 1982 Anayasası özü itibariyle vesayet edici bir anayasal dizge üretmektedir. Bu yönüyle 1982 Anayasası, sivil siyaset üzerinde vesayet edici kurumları daha güçlü bir biçimde konumlandırmıştır. 1982 Anayasası asli siyasal özne olarak sivil halk ile politik alan arasındaki ilişkinin salt seçimlerde oy kullanmakla sınırlı olması gerektiği düşüncesi çerçevesinde dışlayıcı bir siyasal kurgu ve pratik hedeflemiştir. Mevcut anayasa büyük demokratik yıkımları beraberinde getiren bir ihtilalin gölgesinde hazırlanmıştır. Bundan ötürü halk egemenliğinin kurucu iktidarı olarak "Biz Halkın" rolünün yeniden inşa edilerek sivil bir anayasanın yapılmasının gerekliliği ortadadır. Anayasanın meşruiyet ilkesi temelinde tüm yurttaşlara aidiyet duygusu verecek biçimde tanzim edilmesi, sivil anayasacılığın varoluşsal bir gereğidir.
Aynı zamanda küreselleşme, dijitalleşme, teknolojik ve sosyolojik değişimler ve buna bağlı biçimde ortaya çıkan köklü dönüşümler çerçevesinde yeni haklar ve özgürlükler dizgesinin anayasal güvenceye kavuşturulması gerekmektedir. Ancak modern çağın gerçeklerini karşılayan anayasaların yalnızca normatif metinsel içeriği yeterli değildir. Aynı zamanda anayasanın etkin biçimde uygulanması, buna yönelik güvence mekanizmalarının oluşturulması ve sınırlandırıcı hükümlerle hakların kullanımının işlevsiz hale getirilmemesi icap etmektedir.
Yeni ve sivil anayasa, toplumun her kesimini kuşatıcı bir söylem düzeneği ve toplum metafiziği kurmalıdır. Anayasal metnin dayandığı paradigma, ontolojik anlamda evren ve tasavvurundan insan, birey ve toplum tasavvuruna kadar belirli bir düşünsel çerçeve öngörmelidir. Sivil anayasada sonuçtan öte toplumun tüm kesimlerinin etkin biçimde rol aldığı 'katılımcı süreç' önem arz etmektedir. Geleneksel anayasa yapım yöntemlerinin yerine anayasa yapım süreçlerinde yurttaşların, sivil toplumun, akademinin ve kamu otoritelerinin daha aktif rol üstlendiği katılımcı bir anayasa yapım metodolojisi benimsenmelidir. Nitekim anayasa yapım sürecinin bizatihi kendisi anayasanın siyasal meşruiyetinin tesis ve temini noktasında önemli bir adım olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada toplumsal rıza imalatını mümkün kılan bir "süreç demokrasisinin" işletilmesi gerekmektedir. Söz konusu "süreç demokrasisi", demokratik bir siyasal iklimi ve beraberinde etkin bir siyasal katılımı gerekli kılmaktadır.
Sonuç olarak, bu türden katılımcı anayasa yapım süreçleri, yurttaşların kendi anayasal değerlendirmelerini oluşturabileceği, anayasa tartışmalarına katılabileceği ve temel hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesini talep edebileceği eşsiz bir platform oluşturmaktadır. Böylesi bir platform demokratik yurttaşlık temelinde anayasal bir kültürün gelişimini mümkün kılacaktır. İki yüzyılı aşkın anayasacılık tarihine sahip bir millet olarak hak ve özgürlük temelli paradigmaya uygunluk arz eden ve kültürel değer ve ögelerimizi dikkate alan bir perspektif üzerinden Cumhuriyetimizin 100. yılına yaraşır 2023 Anayasasının inşası büyük bir önem arz etmektedir. Öyle ki bu anayasal inşa, anayasacılık tarihimizde "anayasal sivilleşme" açısından bir milat olacaktır.