Medeniyet, zamânı ve mekânı âdeta bir dantela gibi ince ince örmekten neşet eder. Zamânı ve mekânı insan işler, örer. Dahası işlediğiyle ve ördüğüyle işlenir ve örülür insan. Tüm bunlar esâsında medeniyetin remzi olabilecek şehirde (medine) olur. Mahallin mekâna; akmakta olan sürenin zamâna; beşerin ise insana erişmesi gerekir. Şehir, bu gerekliliğin tahakkuk edebileceği eksendir. Mekân, insanın ve toplumun varoluş hâllerinin mahalini; zamân, insan ve toplumun kendini bilme, bulma ve olma hâllerinin geçmişteki-şimdideki-gelecekteki sürekliliğini seslendirir. Bu sesi işitebilecek, olması gereken hâller bütününü idrâk edebilecek canlı insandır. İnsan, bunu ancak şehirde duyabilir, görebilir ve anlayabilir. O hâlde şehir, beşerin insan olabileceği, bununla birlikte insanın kendisini bulabileceği ve tanıyabileceği yerdir. Şehir, mekânın ve zamânın insanla kavuşabildiği, birbirlerini dönüştürerek var olabilecekleri eşiktir.
Şehre hizmet, insanı aramaya ve bulmaya dâvettir. Beşerî hâllerin insaniyete ulaşabilmesi için mahalden mekâna, süreden zamâna yükselebilme formlarına ihtiyaç duyulur. Şehirde bu ihtiyaçlar tespit edilip giderilebilir. Mahale ve süreye mânâlar yüklemek, onlara dâir yeni formlar meydâna getirmek insanın işidir. Mekân ve zamân formlarının mimârı insandır. İnsan, bedeniyle maddeye, nefsiyle insana ve topluma, rûhuyla yaratıcısına bağlanır. İnsanın, beşeriyetini reddetmeden ve ona zarar vermeden insaniyete erişmesi gerekir. Bunun için onun yapısını teşkil eden bedenî, nefsî ve rûhî otantik ihtiyaçların temin edilmesi gerekir. İnsanı bedeni üzerinden maddeye indirgeyemeyiz.Zira insan, maddî olanları aşar. Onu sosyal bir canlı olarak görmek de gerekli ama yeterli olamaz. İnsan, yeryüzünde yaşamakta olan canlıdır, bununla birlikte gökyüzünün de meyvesidir. Tabiatı gereği o, tüm fânî olanları aşabilme irâdesine yazgılıdır. O hâlde insan, mekânını mâsivâdan mâverâya yükseltebilen varoluş hâlleriyle tezyîn edebilmelidir. Öyle bir eksene ihtiyacımız vardır ki o eksende insan, bedeniyle, nefsiyle ve rûhuyla huzurlu ve mutlu olabilmelidir. Bu eksen, neden ideal şehir olmasın ve neden biz bu ideal şehre ulaşabilme imkânlarını arayıp soruşturmayalım?
Cüveynî, İmam-ı Gazzâlî, Fahreddi Râzî ve Şâtıbî gibi önemli âlimlerimiz, makâsıda dâir önemli hususları dile getirmişlerdir. Hepsinin ortaklaştığı nokta insanın zarûriyyât, hâciyyat ve tahsîniyyât şeklinde tasnif edilebilecek ihtiyaçlarının olduğu, bunların temin edilmesi suretiyle insanın huzura ve mutluluğa erişilebileceği olmuştur. Zarûriyyât, insanın yokluğunda yaşayamayacağı zarûrî ihtiyaçlardır. Hâciyyât, olmadıklarında ve temin edilemediklerinde insanın tamama eremeyeceği, eksik kalacağı, onun gerekli olan ihtiyaçlarını anlatır. Tahsîniyyât ise olduklarında ve temin edilebildiklerinde insanın tamama erdiği, kendisini ve toplumu tamamlayabileceği hâline işâret eden ihtiyaçlarıdır. İnsanın tüm ihtiyaçları değerlidir. Birisi diğerine tercih edilmemelidir.
Zarûrî, hacî ve tahsînî ihtiyaçlar farklı perspektiflerde tartışılmış olsa da onlardan zarûrî olanını, insanın bedenî ihtiyaçlarına karşılık gelecek şekilde yeniden formüle edebiliriz. Gerekli ihtiyaçları (hâciyyât) insanı, diğerleriyle bir araya getirebilecek sosyal ihtiyaçları çerçevesinde; insana ve çevresine güzellik katacak, insanı tamamlayacak ihtiyaçları ise (tahsîniyyât) insanın rûhî gereksinimleri ekseninde ele alabiliriz. Bu çerçeveyi bu şekilde kabul edersek, şehir üzerine düşünmek için önemli bir bağlam açabiliriz.
Mekânı ve zamânı ilmek ilmek işleyerek bir medeniyet hamlesinde bulunabilecek insana şehirde rastlayabileceğimizi ifâde edebiliriz. O hâlde şehir, insana yukarıda işâret ettiğimiz ihtiyaçları hatırlatma, temin ve takviye etme yollarının ve imkânlarının var olduğu yerdir. Şehirde, insanın varoluş hamlelerini nitelikli şekilde gerçekleştirebilmesi, bu şekilde mahalden mekâna, akmakta olan süreden zamâna, yani geçmiş-şimdi-gelecek boyutlarının idrâkine kavuşabilmesi için tüm ihtiyaçlarını birlikte temin edebilmesi gerekir. Şehir, insana bunları sunabilmelidir.
Şehirde insanın hem fert hem de toplum seviyelerinde beliren zarûrî ihtiyaçları giderilmelidir. Zarûrî ihtiyaçlar olarak ifâde edebileceğimiz bedenî/maddî ihtiyaçları için insanın fizik-biyolojik ihtiyaçlarının (beslenme, barınma, ulaşım, giyim, iaşe vb.) temin edilebilmesi, şehrin ise altyapı sorunlarının çözülmesi gerekir. Bu, esâsında insanın hayâtı, şehrin ise inşâsı ve îmarı için ilk eşiktir, son derece gereklidir fakat yeterli değildir. Bu eşikten sonra gereklilik başka bir gerekliliğe evrilir: nefsin tekâmülü. Şehirde insanın sosyal ihtiyaçları çerçevesinde karşılık bulacak, insanın sosyal canlı olması hasebiyle onun yalnızlaşmasına ve yabancılaşmasına çâre olarak düşünebilecek bir zeminin de inşâ edilmesi gerekir. Burada insanın nefsinin kendisini bulması, bilmesi ve olgunlaşması için diğerlerine duyduğu ihtiyaç, kendi varoluş biçimlerini hayâta geçirebilmesi için duyduğu sosyal gereksinimler (eğitim, sosyal yardım, destek vb.) söz konusudur. Âidiyet ve mensûbiyet halelerinin şehri sarması, şehrin varlık biçimi olarak içinde yaşayan insanları yalnızlığa, çâresizliğe ve yabancılaşmaya sevk etmemesi, bunlara dair güçlü sosyal politikalar geliştirmesi gerekir. Nihâyetinde şehir, insanın aşkınlaşma ihtiyaçlarını temin noktasında konumlanabilmelidir. İnsanın maddî ve manevî ihtiyaçları bir bütündür ve parçalanmamalıdır. İnsan, mahlûkatla birlikte huzur ve selâmet içeresinde şehirde bulunmakla birlikte, insana Hâlıkı hatırlatan unsurlar da şehirde yer almalıdır. Rûhun ihtiyaçları idrâk, irâde ve vicdân ile örülüdür. Şehir, idrâkın, irâdenin ve vicdânın yetkinleşmesi için insana imkânlar oluşturmalı ve sunabilmelidir. Zîra güçlü ve ideal şehirler ancak idrâkı, irâdesi, vicdânı ve hissiyatı güçlü insanlar tarafından inşâ edilebilir.
Sonuç olarak, şehir insanın bedenî, nefsî ve rûhî otantik ihtiyaçlarının giderildiği, mahalin mekâna, akmakta olan sürenin zamâna evrildiği eksen olarak görülebilir. Ancak bu eksende insan, mekân ve zamân en iyi şekilde bir araya gelebilir, birbirini ideal olanın ufkunda dönüştürebilir. Şehrin hizmetine soyunmuş, bununla söz konusu ihtiyaçları tedârik edecek pozisyonda bulunan belediyenin bedenî ihtiyaçların temini ve bu teminde sürekliliği sağlamak üzere güçlü bir altyapıyı, belediyecilik işlevini yerine getirmesi ama bununla yetinmemesi gerekir. Belediyenin altyapı hizmetlerini gerçekleştirirken aynı zamanda sosyal bir canlı olan insanı merkezine koymak sûretiyle onun sosyal ihtiyaçlarına duyarlı, güçlü bir sosyal belediyecilik anlayışıyla kuşanması gerekir. Son olarak belediyenin, insanın bir rûhu olduğunu unutmaması, insanın rûhî melekelerini geliştirmesi için gerekli imkânları temin edebilmesi için güçlü bir irfan anlayışı da geliştirmelidir. Kültür, sanat ve fikir ile tezyîn edilmemiş bir belediye kuşkusuz çok eksiktir. O hâlde güçlü ve tam bir insan tasavvuru doğrultusunda belediye birbirini tamamlayacak şekilde bünyesine altyapı belediyeciliğini, sosyal belediyeciliği ve irfan belediyeciliğini dâhil etmeyi başarabilmeli ve hizmetlerini bu zeminde planlayabilmelidir.