Türkiye ekonomisi 2000'li yıllarda birçok açıdan oldukça önemli mesafe kat etmesine rağmen cari açık önemli bir sorun olarak kalmaya devam etmiştir. Öyle ki 2010-2017 yılları arasında yılda verilen ortalama cari açık 48.4 milyar dolar olmuştur. 2011 ve 2013 yılları ise sırasıyla 74.4 ve 63.6 milyar dolar ile çok yüksek düzeyde cari açık verilen yıllar olarak dikkat çekmiştir. Cari açığın Gayrisafi Yurtiçi Hasıla'ya (GSYH) oranı da bizim için oldukça önemlidir. Zira bir cari açık düzeyinin nihai anlamda "yüksek" veya "düşük" olarak nitelendirilebilmesi için ilgili ülkenin GSYH düzeyi ile karşılaştırılması gerekir. Ülkemizde 2010-2017 döneminde cari açığın GSYH'ye oranı yılda ortalama yüzde 5.6 olarak gerçekleşmiştir. 2011 ve 2013 yıllarında ise bu oran sırasıyla yüzde 8.9 ve 6.7 ile oldukça yüksek düzeylere çıkmıştır.
2000'li yıllarda yüksek düzeyde cari açık vermemizin arka planında ise iki önemli faktör yer almıştır: Aşırı değerli Türk lirası (TL) ve yüksek enerji maliyetleri. İlk olarak, 2000'li yıllarda bir taraftan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) (özellikle 2002-2008 sürecinde) uyguladığı sıkı para politikası diğer taraftan da küresel likidite (para) bolluğu nedeniyle hem Türkiye'ye önemli miktarda yabancı fon aktı hem de TL ciddi şekilde değer kazandı. Evet, bizim 2000'li yılların genelinde gördüğümüz TL/dolar kuru Türkiye'nin "normalini" yansıtmıyordu. Aşırı değerli TL tüketicilerin alım gücü üzerinde olumlu bir etkiye sahip olmakla birlikte, ithalatı teşvik etmesi ve ihracatı "caydırması" açısından olumsuz etkilere sahip olmuştur. Bu durumun da genel olarak sanayi üretimini negatif yönde etkilemesi kaçınılmazdır. Vurgulamak gerekir ki Türkiye'de 2000'li yıllarda sanayi sektörü de ihracat hacmi de önemli bir genişleme kaydetmiştir. Örneğin, 2002-2017 döneminde Türkiye ekonomisi toplamda yüzde 131 düzeyinde büyürken, sanayi sektörü yüzde 163 büyümüştür. Böylece sanayinin ekonomideki payı yüzde 17.7'den 20.1'e yükselmiştir. Öte yandan, Türkiye'nin ihracat hacmi de 2002-2017 sürecinde neredeyse dörde katlanmıştır. Fakat, aşırı değerli TL bir taraftan yaşanan gelişimin daha ileri noktalara taşınmasının önüne geçmiş, diğer taraftan da cari açığın yüksek düzeylerde seyretmesinin başat sebeplerinden birisi olmuştur. Öte taraftan, 2000'li yıllarda önemli düzeyde yükselen enerji fiyatları ile ülkemizin artan enerji tüketimi de cari açığın yükselişinde önemli olan bir başka etmendir. Öyle ki enerji ithalatı hariç cari açık aslında oldukça düşük düzeylerdedir.
Son yıllarda hem küresel likidite iştahının azalması hem de Türkiye ekonomisine karşı gerçekleştirilen birçok finansal saldırı akabinde TL'nin değerinde önemli bir düşüş yaşandı. Bunların sonucunda ise (ironik bir şekilde) artık aşırı değerli değil, hafif "daha az değerli" bir TL ile karşı karşıya kaldık. Vurgulamak gerekir ki yaşanan finansal saldırılarla birlikte TL/dolar kurunun oldukça dalgalı hale gelmesi ekonomi açısından oldukça zararlıdır. Fakat, bu durum TL'nin geldiği veya durduğu seviyenin özellikle kötü olduğu anlamına gelmemektedir. Bu itibarla, TL/dolar kurunun belirli düzeyde bir oynama payıyla 5.50 civarında dengelenmesi genel olarak Türk sanayisi ve ihracatı açısından kötü değil, iyi bir gelişme olacaktır. Zira, bu şekilde dış ticaret açısından rekabetçi bir kur düzeyinde "istikrar" kazanılmış olacaktır.
Genel olarak hükümetin üretime ve ihracata yaptığı vurgu ve bu çerçevede uygulamaya soktuğu çeşitli üretim/ihracat dostu politikalar Türkiye'nin mevcut rekabetçi kur düzeyini destekleme ve cari açık problemini ortadan kaldırma potansiyeline sahip bulunmaktadır. Yine, Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılığını azaltması hem ulusal hem de finansal güvenlik açısından oldukça önemlidir. Bu çerçevede, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de petrol ve doğalgaz arama çalışmaları ile nükleer, rüzgar, jeotermal ve güneş enerjisi gibi enerji kaynaklarını çeşitlendirme/derinleştirme çabaları oldukça değerli ve kritiktir.
Cari açığın son birkaç ay içerisinde ciddi şekilde gerilediğine şahit olduk. Öyle ki Türkiye 2018 Ocak-Mart döneminde toplamda 16 milyar dolar cari açık verirken, bu rakam 2019 Ocak-Mart döneminde 2 milyar doların altına geriledi. Söz konusu gerilemenin arka planında ise bir taraftan ekonomik daralmadan/yavaşlamadan dolayı ithalat talebinin azalması bulunurken, diğer taraftan da daha rekabetçi bir TL ile hükümetin üretime/ihracata yaptığı vurgu ve sağladığı teşvikler bulunmaktadır. Türkiye ekonomisinin toparlandıktan sonra hangi faktörün cari açık üzerinde ne kadar etkili olacağı belli olacaktır. Fakat, genel olarak söyleyebiliriz ki cari dengenin GSYH'ye oranının kısa vadede oldukça makul seviyelere (yüzde 2-2.5 cari açık) gerilemesi, orta/uzun vadede ise uygulanacak doğru politikalar ile sıfır düzeyine gelmesi ve hatta pozitife dönmesi muhtemeldir.