Son yıllarda şöyle bir algı oluştu: 28 Şubat, "dindar/muhafazakâr" çevrelere ait, o çevrelerin konuştuğu, tartıştığı, hatırladığı "butik bir zaman" dilimidir. O sebeple 28 Şubat'ın yıl dönümlerinde sadece muhafazakârlar/dindarlar panel düzenler, hatırlar, tartışırlar. 28 Şubat'ta genel olarak dindar muhafazakâr kimliği ve bu kimliği taşıyan siyasi aktör ve kurumların hedef alındığı bir gerçektir. Başörtülü kadınlar üniversitelere alınmamış, kamu kurumlarında namaz kılan, sakallı avına çıkılmış, dindar kimlik toplumsal bir aşağılanmaya maruz bırakılmıştır.
Benzer bir fikr-i takiple devam edersek, 1980 Darbesi de "solculara" ait bir meseledir ve Türkiye'de hatırı sayılır düzeyde 80 Darbesi'ni konu alan diziler, filmler ve diğer popüler üretimler "bir kesimin" perspektifinden anlatılmıştır. Hâlbuki 1980 Darbesi'nin yıl dönümleri sadece "solcular" tarafından değil, bizzat devlet eliyle ve muhafazakârların da aktif katıldığı bir kamusal tepkisellikle, sayısız belgesel, akademik üretim, makale, kitap, dergi özel sayısı, panel, TV programı vb. yayınlar ve üretimle anılır. Zira 1980 Darbesi, sağ bir hükümete karşı Amerikancı bir müdahale ve milliyetçi ve İslamcı kesimlerin de çok büyük bedel ödediği bir darbedir, dolayısıyla hepimizin geçmişine ait ortak bir kara lekedir. Bu sebeple 12 Eylül, şu anda iktidarda olan AK Parti tarafından her zaman "genel bir darbe geleneği" içinde ele alınmış ve AK Parti tarafından kurulmuş hükümetler eliyle "darbe kültürü" lanetlenip, altı çizilerek topluma anlatılmıştır.
Askerin darbe, bürokrasinin de vesayet yoluyla siyasete müdahalesiyle kurumsal olarak mücadele edilmiş ve 15 Temmuz'da yaşanan kanlı darbe girişimi de darbeler zincirinin içinde yerini almıştır. Nitekim ne 1980 Darbesi bir tek sol kesimlere zarar vermiştir ne de 28 Şubat müdahalesi sadece dindar ve muhafazakârları ilgilendiren bir konudur. 28 Şubat döneminde de hedeflenen kesim aslında Anadolulu, mütevazı ailelerin çocukları, sermaye ve siyasetti. Meslek liselerine uygulanan üniversiteye girişte katsayı engeli bir tek imam-hatip liselerini kapsamıyordu.
Bir toplumda siyasetin doğal akışına müdahale edildiğinde, siyasi aktörler ve süreçler dondurulduğunda bu durumdan "daha ziyade" etkilenecek özel bir kesim de olsa, bu tarz süreçler bütün bir toplumun "bugününü ve geleceğini yok etmek" üzere kurgulanmış süreçlerdir. Darbeler sonrasında toplumsal kavgalar derinleşir, toplum geriye gider ve siyaset kurumu kalıcı zarar görür. Hal böyleyken, 1980 Darbesi'ni tarihsel bir sapma olarak değerlendiren, bu alanda birçok üretim yapan çevrelerin, 28 Şubat'ı sadece muhafazakârlara bırakmış olması oldukça ilginçtir. Adeta o süreç dindarlarla, hatta özelde "başörtülü kadınlarla" devlet arasında yaşanmış bir süreçtir ve ait olmadıkları bu yaşam tarzına dair yaşananlardan münezzehtirler. 80 Darbesi için yapılmış olan ve çok severek izlediğimiz onca filme ve diziye karşın 28 Şubat'la ilgili hiçbir üretim yapmıyor olmalarını da ancak bu şekilde açıklayabiliriz.
Üstelik kültürel iktidarın yetişmiş sanatçıları, film yapımcıları, yönetmenler, Türkiye'deki dizi ve film sektörünü ellerinde tutan kimseler her vesile ile şöyle bir soru yöneltmekteler: Biz "kendi derdimiz olan 1980 darbesine ilişkin" üretimleri yaptık, siz de "28 Şubatla ilgili üretimi neden yapmıyorsunuz", neden kendi sanatçınızı yetiştirmiyorsunuz, neden kendi filminizi çekmiyorsunuz, neden kendi dizilerinizi üretmiyorsunuz, neden, neden, neden…
Bu üstenci ve oldukça haksız soruları hemencecik kabul eden muhafazakârlar da, cevaben "siz neden yapmıyorsunuz, sizi bu ülkedeki muhafazakârlar ilgilendirmiyor mu" demek yerine başlarını ellerinin arasına alır ve başlarlar yakınmaya; neden, neden, neden…
Aynı evrende dikkatimizi çeken bir konu da 1980 Darbesi ile ilgili üretim yapıp 28 Şubat'la ilgili üretim yapmayı hiç üstüne vazife edinmeyen zümrenin en çok şikâyet ettiği konunun "kutuplaşma" olmasıdır. Hâlbuki yaşadıkları toplumda milyonlarca insanı etkileyen yüz binlerce insanı eğitim, çalışma hakkı ve hayallerinden etmiş bir askeri müdahaleyi salt muhatapları ile yaşam tarzı ve zihniyeti benzemiyor diye sanatsal üretimin konusu görmemektedirler. 28 Şubat yıldönümlerinde yalnızca muhafazakârların konuyu masaya yatırma sebebi budur. Kutuplaşmadan şikâyet eden onca çevrenin bir toplantı düzenleyerek "Türkiye'de darbeler" başlığı altında bile konuyu incelemediğini görürsünüz. Hele de sanki muhafazakârlar bu ülkede Cumhuriyet'ten beri kültürel üretimin bir parçasıymış ve bu alandaki üretim araçlarını ellerinde tutuyorlarmış gibi 28 Şubat'ı 10'lu yaşlarında yaşamış bizlere "neden, neden, neden…" diye sorular yönetirler. Demek ki arzu ettikleri dünya, siyasette olduğu gibi, sanat üretiminde de kesimleşmek, her kesimin kendine dokunanı anlatması ve asla ülkenin tarihine, siyasetine ve kültürüne bütüncül bir yaklaşım sunmamalarıdır. Siyaset kurumunun rekabetçi doğasına reva görmedikleri "kutuplaşmayı" kendi sanat üretim sınırları için çok keskin bir şekilde çizmektedirler.
Şahsi kanaatim, bu ülkede yetişmiş bütün yönetmenlerin, sanatçıların, oyuncuların, şarkıcıların, film ve dizi yapımcılarının bir kesimi değil, bütün ülkeyi temsil eder şekilde davranması elzemdir. Bu kişilerin 28 Şubat'ı bir kesimin meselesi olarak görmesini ve bu konuda üretim yapacak kimselerin de bu kesimden olması şartını koymasını garip karşılıyorum. Ülkemizin yetiştirdiği sanatçıların 15 Temmuz'a destek verdikleri için kendi camiaları tarafından linç edilmesini de oldukça garipsiyorum.
28 Şubat, bu ülkenin yaşadığı talihsiz darbelerden bir tanesidir ve verdiği zarar ortaktır, en başta hepimizin vergileri ile devlet okullarında okuyan tıp, hukuk, öğretmenlik, sosyal bilim öğrencilerini ve daha nicelerini bu ülkeye hizmet etmekten men etmiştir; çalınan hepimizin vergisi, yok edilen hepimizin geleceğidir. Yıllarca enerjimizi tüketen boş tartışmalar da cabası… Siyaseten kullanılan rekabetçi dili bütün alanlara yaymaya çalışmak "Bu ülkenin milyonlarca vatandaşı için üretim yapmayı reddediyorum" demektir ki buna hiç gerek yoktur.