Geçen hafta en çok tartışılan konulardan biri 24 Haziran'da yapılacak seçimlere hangi partilerin katılabileceği oldu. Burada gözler özellikle İyi Parti'ye çevrildi. Hatırlanacağı gibi İyi Parti'nin seçimlere girebilme şartlarını karşılayıp karşılamadığı üzerine spekülasyonlar yapılırken İyi Parti Genel Sekreteri ve Parti Sözcüsü Aytun Çıray, Yargıtay'ın 24 Haziran erken seçimine katılacak partilerin listesini YSK'ya verdiğini ve listede İyi Parti'nin de yer aldığını, dolayısıyla partilerinin seçime katılmasının kesinlik kazandığını kamuoyuna duyurdu.
İyi Parti yetkilisinin 21 Nisan 2018'de yaptığı bu açıklamanın hemen ertesi günü yani İyi Parti'nin seçimlere gireceğinin kesinleşmesinin ardından, on beş CHP'li milletvekilinin İyi Parti'ye geçtiği bilgisi son dakika haberi olarak medyaya düştü. Bu hamle ile İyi Parti seçimlerin dışına atılmaya çalışıldığı üzerinden mağduriyet algısı oluşturmaya çalışırken CHP ise "demokrasi havarisi" kesildi. Oysa bu hamle bir "siyaset mühendisliği" idi ve "Güneş Motel" gibi Türkiye siyasetindeki geçmiş örnekleri üzerinden eleştirildi.
Geçmişteki örnekler üzerinden bu eleştiriler elbette önemlidir. Ancak CHP'nin bu hamlesinin bugün ve gelecekte neye işaret ettiğini anlamak da gerekmektedir. CHP Genel Başkanı'nın emriyle on beş vekilin iradeleri dışında İyi Parti'ye geçmeye zorlanması birkaç husus açısından ipucu vermektedir. Bir kere CHP'nin bu hamlesi olur da seçimleri kazanırsa bu ülkeyi nasıl yöneteceğini göstermiştir. CHP'nin 24 Haziran erken seçimlerine yönelik neredeyse tek vaadi parlamenter sisteme geri dönmektir. CHP on beş vekil transferi hamlesi ile daha seçimleri kazanmadan vaat ettiği parlamenter sistemi nasıl icra edeceğini göstermiş ve bu sistemin en büyük hastalıklarından birini seçmene hatırlatmıştır. 1990'lar Türkiye'sinde koalisyon hükümetleri döneminde çokça rastlanan partiler arası milletvekili transferleri ile siyaset müessesesinin nasıl itibarsızlaştırıldığını, güçlü sivil siyasetin yokluğunda iktidar alanının kimler tarafından doldurulduğunu ve bu sürecin nasıl ekonomik ve toplumsal krizlere dönüştüğünü seçmen hafızasında tazelemiştir.
Eski alışkanlıklar
CHP bu hamlesi ile "eski Türkiye" ile ne anlatılmak istendiğini halkın gözünde tam anlamıyla somutlaştırmıştır. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişin gerekliliğini bir kez daha gözler önüne sermiştir.
İkinci olarak, CHP bu hamlesi ile koalisyon ve ittifak arasındaki farkı açığa çıkarmıştır. Parlamenter sistemdeki koalisyonlarda bu tarz transferler seçimden sonra yaşandığı için seçmen bu hamleleri sadece izlemektedir. Ancak yeni sistemdeki ittifak arayışlarında bu tarz siyasi hamleler oy vermeden önce gerçekleştiği için seçmen süreçleri değerlendirme ve gerekirse cezalandırma fırsatını elinde tutmaktadır. Yani yeni sistemde son ana kadar top hala seçmenin elindedir. Dolayısıyla, partiler seçimlerden önce yapacakları her türlü siyasi atraksiyonun sonuçlarına katlanmak zorundadır. Bu hamle CHP'nin yeni sistemi ve kodlarını anlayamadığını da göstermektedir.
Üçüncüsü bu hamle CHP'nin seçim sonrası Türkiye'ye ilişkin belirsizlik ve kaos dışında bir taahhüdünün olmadığını ortaya koymuştur. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir ortak aday çıkarabilme pahasına atılan bu adım sürecin sadece başına (aday belirleme aşamasına) işaret etmektedir. Ancak süreç aday belirleme ile bitmemekte aksine yeni başlamaktadır. Muhalefetin ortak adayının seçimlere girdiği ve bir şekilde seçimi kazandığı senaryoda yeni seçilen ve yürütme yetkisini kullanacak olan cumhurbaşkanı hangi politika alanında hangi ilkeleri esas alacak veya hangi partinin istediğini yapacaktır? Örneğin ekonomi alanında CHP'nin, Suriye konusunda İyi Parti'nin ve eğitim alanında Saadet Partisi'nin politikaları mı geçerli olacaktır? Hangi usul ve süre zarfında yeni sistemi parlamenter sisteme geri dönülecektir? Bunların tümü ise hayati bir dönemden geçerken Türkiye için yeni belirsizlikler ve maliyetler üretmekten başka hiçbir şeye hizmet etmeyecektir.