1979 sonrası uluslararası sisteme meydan okuyan İran, ABD Başkanı G. Bush'un şer eksenini ilan etmesiyle çokça konuşulmaya başlanmıştı. Irak'ın işgali sonrası Şiileri mobilize eden İran'ın yükselişi gerek Obama gerekse Trump dönemlerinde farklı biçimlerde karşılık buldu. Obama İran'ı uluslararası sisteme entegre ederek "evcilleştirme"ye çalışırken Trump "demokrat" Obama'nın inşa etmek istediği ve bir ölçüde de başarılı olduğu "İran modeli"ni yerle bir etme niyetinde. Nitekim iki ülke arasındaki gerilim son günlerde had safhaya çıktı ve olası savaş ihtimali konuşulmaya başlandı. Bu durum için de İran'ın kışkırtılması gerekiyordu. Bu anlamda ABD-İran arasındaki gerilimin savaşa evrilmesinden en çok fayda sağlayacak ülkenin Suudi Arabistan olacağı söylenebilir.
İlk olarak Suudi Arabistan yaptığı açıklamada iki tankerinin kıyılarında saldırıya uğradığını belirtti ve bu saldırının İran tarafından yapıldığını iddia etti. BAE de yaptığı açıklamada Hürmüz Boğazı'nın yakınlarında dört ticari gemisine sabotaj yapıldığını açıkladı. Bu saldırıların İran tarafından yapıldığı iddia edilmesinin ardından Washington-Tahran arasındaki gerilim bir üst seviyeye taşındı ve ABD bölgede İran'a gözdağı vermek üzere uçuşlar gerçekleştirdi.
İkinci olarak Tahran'ın nükleer anlaşmadan kaynaklanan bazı yükümlülüklerini askıya almaya karar verdiğini açıklaması savaş yanlısı aktörler tarafından manipüle edilerek İran'ın ABD'ye savaş açacağı söylemlerini beraberinde getirdi.
Üçüncü olarak ABD'nin Bağdat Büyükelçiliğine roketli saldırının İran tarafından yapıldığı iddia edildi. ABD ise İran'dan gelebilecek tehlikelere karşı tedbir amaçlı adımlar attı. USS Abraham Lincoln isimli Uçak Gemisi Taarruz Grubu ile 4 nükleer kapasiteli B-52 bombardıman uçaklarından oluşan Bombardıman Görev Gücü'nü bölgeye sevk etti. Bu yaşananlara "refleks" olarak ABD yönetimi Körfez'deki askeri yığınağını artırdı ve Irak'taki diplomatik personelinin sayısını azalttı. Arabistan'ın güdümünde olan Bahreyn de İran ve Irak'taki vatandaşlarına ülkeyi derhal terk edin çağrısında bulundu.
Bu anlamda ABD-İran arasındaki gerilimin savaşa evrilmesinden en çok fayda sağlayabilecek aktör Suudi Arabistan. Her ne kadar Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Adil Cubeyr ülkesinin İran ile savaş istemediğini belirtse de açıklamasında herhangi bir tehdide güçlü ve kararlı bir şekilde karşılık vereceğini de vurgulaması Suudilerin ABD'nin İran'a saldırması noktasında hevesli olduğunu gösteriyor. Nitekim ABD'nin olası İran saldırısı Suudi Arabistan'ın sorunlu meselelerinin mimarı veliaht prens Muhammed bin Selman ve ekibinin işine yarayacak.
ABD-İran arasındaki gerilim ve olası savaştan Suud'un sağlayacağı kazanımlardan ilki Tahran'daki Şii rejimin değiştirilmesi. Bin Selman'ın askeri başarısızlıkları İran'daki rejimin değiştirilmesi adına Riyad'a iki alternatif strateji sunmuştu: İlk strateji ABD'nin İran'a saldırması ve rejimi devirmesi. İkincisi bölgesel aktörleri İran karşıtı cephede bir arada tutmak. Bu anlamda 30 Mayıs'ta Mekke'de zirve düzenlenecek. Zirveye Katar'ın davet edilmemesi de Suudilerin Katar'ı boyun eğdirme stratejisine hizmet etmekte. Dolayısıyla ABD'nin İran'a olası saldırısı Suud'un Katar ambargosuna da katkı sağlayacak. Suudilerin bir diğer kazanımı ise İran'ın bölgesel nüfuzunun kırılmasıdır. ABD'nin İran'a olası saldırısı İran'ın Husiler, Hizbullah ve diğer Şii milislere yönelik desteğinin kesilmesine yol açacaktır. İran'ın vekili olarak Yemen'de savaşan Husilerin askeri ve ekonomik yönden zayıflaması Suudilerin Yemen savaşını kazanmasını ve bin Selman'ın kahraman olarak lanse edilmesini sağlayabilir. İran'a açılacak savaş aynı zamanda bin Selman'a yönelik eleştirileri de bir müddet rafa kaldıracaktır. Dolayısıyla gündemin ABD-İran gerilimi ve olası savaş ihtimaline kayması Kaşıkçı cinayetinden sorumlu olan bin Selman'ın elini rahatlatacaktır. Sonuç olarak ABD-İran gerilimi ve savaş ihtimalinin Suudi Arabistan'a ve bin Selman'a birçok kazanım sağladığı söylenebilir.