İstikrar algısının yaygın olduğu dönemlerde hakim gelecek tahayyülünün merkezine daimi bir şimdiki zaman beklentisi yerleşir. Nitekim uzun yıllar boyunca Ortadoğu'daki bölgesel düzene bakışın temel parametrelerini de mevcut aktörler ve dengelerin kısmî reformlarla evrilerek yollarına devam edecekleri varsayımı belirlemişti. Ancak "Arap Baharı", bu kanaatleri yeni bir düzen ihtimali lehine yerle bir etti. Ardından, cılız reformlar umarken yakalanıp şaşırdığımız büyük devrim dalgasının önümüzdeki çağı inşa edeceğine çabucak ikna olduk. Her şey o kadar büyük bir hızla altüst oluyordu ki, yeni "şimdiki zamanı" eski zihnî alışkanlıklarımızla yorumladığımızı fark etmiyorduk. Nitekim kısa bir süre sonra kabaran karşı dalga, aceleciliğimizi yüzümüze vurdu.
Artık idrak etmiş olmalıyız; yükselişini yeni statükonun habercisi sayabileceğimiz tek tek dalgalarla değil, müddetini, aralıklarını ve nihayetini bütünüyle kestiremeyeceğimiz büyük bir "dalgalanmayla" karşı karşıyayız.
Söz konusu tespit, öznesi coğrafyamız olan dış politik akla aralarında kuvvetli bağlantılar bulunan iki ana düşünce kulvarı açıyor.
Bunlardan ilki, bölgedeki dalgalanmanın yönünü ve sonucunu etkileyecek faktör ve aktörlerin etkileşim halinde tahlil edileceği zihni yolculuğa ev sahipliği yapıyor. Diğer mecradaki tartışmalar ise dalgalanmanın Türkiye'ye doğrudan nasıl yansıyacağı sorusuna odaklanıyor.
Hangi sahillerde, ne büyüklükte dalgakıranlara ihtiyacımız var? Fırtınanın ortasında inşaatı nasıl sürdürebiliriz?
İlk güzergâhta tahlil edilmeyi bekleyen yapısal dinamikler mevcut. Dünya sistemini ve büyük güçler arasındaki ilişkileri sarsan tektonik hareketler, demografik eğilimler, kronik ekonomik sorunlar, bölgesel güç dengeleri, iletişim devrimi, yükselen fikirler ve yeni meşruiyet çerçeveleri... Ortadoğu'da değişime öncülük yapan kitlelerin enerjisini, değişimi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek isteyen küresel/bölgesel güçlerin hedeflerini ve statüko bloğunun canhıraş direnişini ancak söz konusu faktörlerin ışığında anlayabiliriz.
Hangi taraftan kabarırsa kabarsın, tüm dalgaların akıbetlerini bu objektif dinamikler belirleyecek. Mübarek'i götüren, Mursi'yi göndermek için kışkırtılan, yarın Sisi'nin de karşısında bulacağı kitlelerin motivasyonları ve kaderleri bu faktörler matriksi arasındaki ilişkilere bağlı.
Küresel oyunculardan bölgesel güçlere kadar uzanan geniş yelpazede dönüşüm yaratan salınımlar ise çok yönlü hesaplarla varlık kazanıyor. Ortadoğu'yu izlerken sürekli göz önünde bulundurduğumuz aktörler, hamlelerini tasarlarken hem kendi iç sorunlarını hem de diğerleriyle ilişkilerindeki öncelikleri dikkate alıyorlar. Bu yüzden, Amerikan siyasetinin derin bölünmüşlüğü ve kamuoyuna hakim olan izolasyonist eğilim üzerinde ciddiyetle durmadan Obama politikalarını izah etmemiz zor. Aynı şekilde; doğan boşluğu doldurmaya hevesli Rusya'nın "Moskova Baharı" özlemi taşıyan orta sınıflarını, doğal kaynak ihracatına bağımlı ekonomisini vb. yok sayarak yapılacak analizler de zamanla solmaya mahkûm. Ayrıca, Çin'in karşısındaki manzaraya bakıp, Ortadoğu'ya istikrar getirme hevesine kapılmaktansa Batı Türkistan'da yeni enerji anlaşmalarına imza atmayı tercih edişini de doğru yorumlamalıyız.
Mısır darbesinde buluşan bölgesel aktörler, statükoyu ne kadar uzun süre koruyabilirler? Sisi ve müttefikleri, dış kaynak akışına hangi ölçüde güvenebilir? Körfez monarşileri, iç huzursuzluklarını sürekli bastırabilecekler mi? ABD/Avrupa, İran'la ilişki kurmaya bu kadar hevesli iken İsrail sağı yoluna kimlerle devam edecek? Bu sorular yumağı, mevcut denklemin zannedildiği kadar istikrarlı olmadığını gösteriyor. Ancak, yeni bir karşı dalganın kapıda olduğunu da söylemiyor. Mısır meydanlarında, Suriye sokaklarında ezilenler, yenilgilerini telafi edecek ilave güç kaynakları, müttefikler ve mücadele yöntemleri bulabilmiş değiller. Dalga/karşı dalganın yarattığı iklim taraflara sürdürülebilir zaferler vadetmezken, istikrarsızlık uzadıkça kuvvetlenen el-Kaide bağlantılı gruplara hayat alanı açıyor.
Tam bu noktada, ikinci düşünce kulvarımızı çınlatan alarm zillerine kulak kabartmamız lazım. "Dalgalanma", Türkiye'yi yalnızca bölgeyle ilişkilerin kazandırdığı/kazandıracağı ekonomik menfaatlerden mahrum bırakmıyor. Ekonomiyi de tehdit eden ciddi güvenlik riskleriyle yüzleştiriyor. Eşzamanlı olarak, statüko bloğunun Ankara'yı fazla "devrimci", değişim isteyen güçlerin ise çatışma dışı kalma kararlılığı sebebiyle umulandan "zayıf" bulmaları, "yalnızlaşıyor muyuz?" kaygısını gündemimize taşıdı. Suriye krizindeki deneyimlerin de tesiriyle Batı ittifakından özerk kapasiteler inşâ etme arayışının başlattığı tartışmaları bu soru işaretlerinin yanına yerleştiriyoruz. Üç ana kol üzerinden etnik ve dini hatlar etrafında maruz kaldığımız radikalleşmenin muhtemel sonuçlarını da resmimize ayrıca eklemeliyiz.
Baas'ın Şam'daki iktidarını bir biçimde sürdüreceği gelecek senaryosu, yalnızca mezhep motifli terör tehdidini değil, kalıcı bir statüye dönüşecek PKK/PYD özerkliğinin sarsıcı sonuçlarının ülkemize taşınmasını da içeriyor. Elbette, Kaide bağlantılı grupların yarattıkları doğrudan tehdidi ve katalizör rolü oynayarak davet edebilecekleri tehlikeleri de unutmamalıyız.
Adımlarımızı geleceğe doğru atarken önümüzde özetlemeye çalıştığım bu girift risk haritası olacak. Yani, yolumuzu yitirmemek için yapmamız gereken çok şey var. İşe, iliklerimizde hissettiğimiz belirsizlik rüzgarlarının zifiri karamsarlık atmosferinde tüm enerjimizi emmesine izin vermeyerek başlayabiliriz.