Mülteci krizi yaşanana kadar AB içinde yüksek sesle tartışılan en önemli sorunlardan birisi de, üye ülkelerin kendi hudutlarında yaşayan, ancak vatandaşı olmayan kimselere karşı uyguladığı 'exklusion' politikalarıydı. Kimi neredeyse elli yıldır Avrupa'da yaşadığı halde en temel haklardan yararlanma konusunda sıkıntı yaşayan göçmenlerin bu durumu, Avrupa ülkelerine yönelik yaygın eleştiriler yöneltilmesine sebebiyet vermekteydi. Zira bu dışlayıcı yapı AB'nin idealleri ile de çelişmekte idi.
İnsanımız uzun yıllardır Avrupa'da basit bir 'Homo Okonomikus' olmamak; siyasal ve kamusal alanda var olabilmek mücadelesi veriyor. Bir yandan devlete ve sosyal sisteme katkı sağlarken diğer yandan devletin sunduğu temel imkanların bir kısmından yararlanamıyor. Bu tartışmaları bıçak gibi kesen en önemli hadise şüphesiz mülteci krizi ile meydana gelen panik havası oldu. Buna rağmen Avrupa ülkelerine karşı insanımızın geliştirdiği argümanlar hala son derece taze ve diri bir biçimde, bu tartışmanın yeniden yapılabileceği soğukkanlı günleri bekliyor. Öte yandan, Türkiye de söz konusu eleştirilerin bir benzerinin kendisine yöneltilmesine sebebiyet veren bir sorunla yüzleşiyor: "Türkiye'de yaşayan Suriyelilerin hukuki statülerinin ne olacağı?"
Statü sorunu
Suriyeli derken bir sıfat eklemekte dahi zorlanmaktayız; zira "Suriyeli mülteci" dediğimiz anda hukuki bir statüden bahseder hale geliyoruz. İlticadan doğan haklar ve bu hakların Türkiye tarafından tanınıp tanınmadığı sorusunu doğal olarak cevaplamamız gerekiyor. Burada yeni bir soru ortaya çıkıyor: Birkaç senedir diplomasi literatürüne kazandırdığımız "misafir" kavramı ile başarılı bir şekilde ve asgari sorunla şehirlerimizde iskan ettiğimiz bu insanlar ile aramızdaki ilişki ne kadar daha bu şekilde sürüp gidecek?
Türkiye AK Parti iktidarı ile halının altına süpürülmüş kadim sorunlarla yüzleşir hale geldi. Yeni Türkiye'nin belki de en önemli alameti uzun süre dile getirilmesi dahi sıkıntılı olmuş sorunları konuşulabilir hale getirmesi. Böyle bir Türkiye'nin Suriyelilerin hukuki statülerini ilâ nihâye dondurması ve çözümsüz bırakması düşünülemezdi. Bu ortamda tartışmamız gereken şey Suriyelilere bir statü tanınıp tanınmaması değil; aksine nasıl bir statü tanıyacağımızdır.
Karşılıklı sorumluluk
Türkiye Cumhuriyeti'nin bir devletin hariçten gelen insanlara verebileceği en yüksek paydaşlık payesi olan vatandaşlık hakkını vermesi ulus devletin yetiştirdiği pek çoğumuz için kabul edilmesi zor bir teklif niteliğinde. Zira orta ve üstü kuşakları yetiştiren temel eğitim bu duruma bakışımızı olumlar nitelikte değil. Oysa meseleye vatandaşlık perspektifinden baktığımızda karşımıza çıkan şey bu teklife olur tarafından yaklaşmamızı mümkün kılan bir tabloyu gözler önüne seriyor: Westfalya'dan günümüze kadar gelişerek değişen vatandaşlık algısının en modern hali devletin ve vatandaşın birbirine karşı karşılıklı vazifeli olduğu bir ilişkiyi bizlere öneriyor.
Zaten bir şekilde Türkiye'de yaşayan Suriyeliler için Türkiye Cumhuriyeti hayallerin çok ötesinde şeyler yaptı, Suriyelilere karşı hep veren tarafta yer aldı. Vatandaşlık perspektifi Suriyelilere bir yandan 'partisipasyon' hakkı sunarak bu insanlara kamusal alanda var olma imkanı sunarken, öte yandan herhangi bir mesuliyetleri olmadan yaşayıp giden bu insanları devlete karşı sorumluluk sahibi kılacak. Avrupa'da yaşayan soydaşlarımızın aksine ülkemizde yaşayan Suriyeliler devletimiz ile ilişkilerinde katkı sağlayan değil, sürekli katkı sağlanan kimseler olma vasıflarından arınacaklar. Sadece vatandaşlık tartışmaları dahi bu ihtimali masaya yatırmamıza yetiyor.
Paralel toplum gerilimi
Vatandaşlık ihtimalinin bir diğer getirisi de bir süredir oluşmuş olan paralel toplumları ve bu toplumlar arasında var olan patlama potansiyelini ortadan kaldırma yönünde büyük bir fırsat sunacak olması. Hukuki statü sorunları sebebiyle belli bir gelir grubuna dahil olamayan Suriyelilerin büyük şehirlerin kenarlarında yeterli imkanlardan uzak şekilde yaşamak zorunda kalmaları gelecekte sıkıntı çıkarma ihtimalini ortaya koymaktadır. Bu noktada gündeme getirilen vatandaşlık ve sonrası oluşacak fırsat eşitliği hem gerilimi azaltacak hem de patlama ihtimali mümkün bu sorunu da uzun vadede bir çözüme kavuşturacaktır.