Türkiye'de din- devlet ve din- toplum ilişkileri tartışmaları ideolojik refleksler ve köklü önyargılardan dolayı sağduyulu bir yaklaşımla yapılamıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın dindar gençlik yetiştirmeyle ilgili açıklaması bir kez daha gösterdi ki, Türkiye'de bazı kesimler dini hala bir tehdit olarak algılıyor, dini ilerlemenin önünde engel olarak görüyor ve dindarlık ile modern hayatın uyuşmayacağı inancını koruyorlar. Ünlü Alman düşünürJürgen Habermas'ın da belirttiği gibi dünya post- seküler bir siyasal- toplumsal yapıya evrilirken Türkiye'de laikliği bir hukuki ilke ve düzenleme olarak değil de bir ideoloji ve hayat biçimi olarak yorumlayanlar içine düştükleri fasit daireden çıkamıyor.
Başbakan Erdoğan'ın dindarlıkla ilgili açıklamaları bağlamından koparılmadan, siyasi polemik malzemesi yapılmadan, ideolojik tarafgirlikten uzak rasyonel bir dille tartışılmayı hak ediyor. Başbakan Erdoğan'ın açıklamaları Türkiye'de devlet eliyle yukarıdan aşağıya empoze edilen laiklik anlayışı ve uygulamalarının, dini çoğulculuk ve din özgürlükleri açısından yeniden değerlendirilmesi, laiklik kavramının dünyada nasıl yorumlandığı ve tatbik edildiğinin tartışılması açısından önemli bir fırsattır.
Dünya'da tek bir laiklik anlayışı olmadığı gibi tek bir din-devlet ilişkisi modeli de mevcut değildir. Her ülke kendi siyasi tarih ve kültürel yapısına bağlı olarak farklı anlayış ve modeller geliştirmiştir. Bu modellerin hepsinde laiklik, yasamanın kaynağının dini ilkelere dayalı olmaması; din ve vicdan özgürlüğünün temin edilmesi, din eğitimi ve örgütlenme serbestisinin sağlanması gibi ilkeler temelinde gelişmiştir.
Türkiye, Fransız tipi laikliği benimsedi
Türkiye'de laiklik, kamusal alanda dine meşru bir yer ve temsil hakkı tanımayan veya katı biçimde sınırlayan bir uygulamaya dönüşmüştür. Türkiye'nin Fransız laiklik modelinden ilham almasının bunda etkili olduğunu ifade etmek mümkündür zira Fransız laikliği hegemonik bir dini yapıya yani Katolik Kilisesi'nin devlet ve toplum üzerindeki baskın etkisine karşı gelişmiştir.
Fransa'da devlet, Katolik Kilisesi'ne karşı sürdürdüğü mücadelesini kazanmış, Kilise'nin direncini kırmak için binlerce papazı sınır etmiş, kilise mülklerine el koymuş, okullarını kapatmış, yani yasakçı ve baskıcı politikalar izlemiştir. Diğer Batı ülkelerinde ise Fransa'dakine benzer bir hegemonik kilise bulunmadığı için, dini bir tehdit ve tehlike olarak değil toplumsal yapının önemli bir parçası gören özgürlük ve çoğulculuk ilkelerine dayalı laiklik anlayışı gelişmiştir. Örneğin İngiltere, Danimarka ve Yunanistan gibi ülkeler devlet kilisesini korumuş, İspanya, İtalya ve Almanya gibi ülkeler ise kiliselerin tüzel kişiliklerini tanıyarak din ve devlet ilişkilerini karşılıklı saygı ve özgürlük temelinde sürdürmeye devam etmiştir.
Türkiye'de hegemonik bir dini kurum veya Hıristiyanlıktaki gibi bir ruhban sınıfı olmamasına karşın Fransız tipi jakoben bir laiklik anlayışı ve uygulaması gelişmiştir. Laiklik ilkesi hukuki bir ilke olmaktan öte ideolojik bir tercih olarak benimsenmiş, kamusal alanda dinin temsiline izin verilmemiş, 28 Şubat gibi dönemlerde ise laiklik toplumun büyük kesiminin kimliğinin paydalarından olan dini hassasiyetleri örselemiş, başörtüsü yasakları gibi uygulamalar ile Türkiye'yi modern dünyadan büyük ölçüde koparmıştır. Ancak devlet eliyle yürütülen toplum mühendisliği bütün çabalara rağmen toplumun geniş kesimlerini sekülerleştirememiş, dinin kamusal görünürlüğünü ortadan kaldıramamıştır.
Yeni Türkiye'nin yeni laiklik anlayışı
Başbakan Erdoğan'ın "dindar nesiller yetiştirmek istiyoruz" açıklaması din-devlet ilişkilerinin bugün geldiği nokta çerçevesinde tartışılmaktan ziyade devlet gücü kullanılarak tek tip insan yetiştirme ve homojen bir toplum inşa etme niyeti olarak sunuluyor. AK Parti döneminde başlatılan girişimlere bakıldığında iktidarın devlet gücünü toplumu homojenleştirme istikametinde kullandığını iddia etmek haksızlık olur. Örneğin Alevilerin Cumhuriyet dönemi boyunca kulak verilmeyen taleplerine ilk kez olumlu tepki vererek arama çalıştayları düzenleyen yaklaşımı laiklik karşıtı olarak göstermek mümkün değildir.
Laikliği yerli yerine oturtan yani çoğulculuk, özgürlük ve toplumun inançlarına saygılı bir ilke olarak uygulamanın yollarını açan Yeni Türkiye, azınlık inançlarına da hak ettiği itibarı kazandırmaya başlamıştır. Bu bağlamda dernekler ve vakıflar yasalarında yapılan değişiklikler, azınlık vakıflarına mal ve mülklerinin iade edilmesinin yolunu açmıştır. Türkiye, din- devlet ilişkileri ve laiklik uygulamasında yeni bir yola girmiştir. Bu doğru bir yoldur ve Başbakan Erdoğan çoğulculuk ve özgürlük temelinde ilerleyen bu yolda cesur adımlar atmaya devam etmelidir.