İşte oradayım. Kâbe'de. Bu ilk buluşmamız. Ürpertili bir heyecan. "Daha önceleri nerelerdeydin?" diyen bir sevgili huzurundayım sanki. Mihrabım diyerek her gün beş kez yüz vurduğum sevgilinin huzurunda. Herkes ihramda. Herkes beyazda. Masumiyetin renginde. Süfliden ulviye geçişin simgesi beyaz. Ötelerin, ebediyetin sembolü ihram. Biz biriz, eşitiz ve bütünüz diyen bir sembol. Zarar vermenin yasaklığına işaret eden bir simge. Alnınıza konan bir sineğe dahi el kaldırmamanız gerektiğini hatırlatan bir elbise.
İşte şimdi beyaz halkadayım. Evrensel dönüşün izdüşümündeyim. Zerreler âleminde kaybolan bir noktayım. Sonsuz âlemin küçük sonsuzuyum. Şimdi bir tevhid yumağındayız. Güneşi çevreleyen gezegenler gibi Allah'ın yörüngesindeyiz.
İşte Müslüman kardeşlerim. Malezya'dan, Endonezya'dan, Dedemin askerlik yaptığı Yemen'den. Hacı annelere bakıyorum. Bunlar Pakistanlı olmalı. Acaba bunların ninesi miydi Kurtuluş Savaşı'nda bize bileziğini gönderenler? Malcolm X'i hatırlıyorum. O da girmişti bu beyaz halkaya. Irkçı bir zenci olarak gelmişti ta Amerikalardan 1964'te. Ama şaşırmıştı gördüğü ümmet manzarası karşısında.
Bu tavaf halkası az daha hızlansa bir uçan daire olup gökyüzüne akar sanki. Arzdan semaya yükselme noktası burası. Bu hislerle kaldırıyorum başımı. Ama modern bir küheylan gibi üstümde Zemzem Tower. Sanki yukarıyla bağlantıyı kesmiş gibi. Sanki Kâbe ağlıyor "keşke mühendislik hiç icat olmasaydı!" der gibi. Beni saran kutsallık hissi içimden çekiliyor bir an. Çünkü kutsal ve mistik mekân özdeş zihnimde. Seküler dünyadan beni üst âlemlere alıp götüren manevi bir atmosfer olmalı kutsal mekânda.
Bir taraftan mekânın sahipleri, diğer taraftan ziyaretçiler maneviyat ortamına halel getiriyorlar el ele. Önümde Messi tişörtüyle tavaf yapan delikanlıya ilişiyor gözüm. Derken "Bize her yer Trabzon" afişini açan genç hacılar geliyor aklıma. Tabii gülümsüyorum elde olmadan. Ama hızla toparlıyorum kendimi, "nerede olduğunu unutma!" diyerek.
Ertesi gün büyük bir heyecan daha. Hira Mağarası'na çıkacağız. Peygamberimizin inzivaya çekildiği, Cahiliye Devri'nin tasallutlarından kaçtığı, ilk vahyi aldığı mağaraya. Cebrail'in "Oku!" diye seslendiği yere. Şairin "Vakti Hira, dünyaya bir mola. O'nu arama, O'nu anlama" dediği yere...
Ama o da ne... Mağara yolu mezbelelik. Pet şişenin, çöpün olmadığı bir metrekare yok... Çevrede saldırgan maymunlar ve profesyonel dilenciler. Böyle bir ortamda ulvi düşünceler yerine Darwin teorisi ve "Çaylak Milyoner" filmi kaplıyor zihnimi. Ve sonunda oradayız. Heyecanla Kâbe'yi arıyor gözlerim. Peygamberimiz öyle yaparmış, Kâbe'yi seyredermiş Hira'dan. Ama şimdi gökdelenler engel... Meşgaleli bir tırmanışın ardından geri dönüş başlıyor. Kafiledeki herkes iki şey konuşuyor. Maymunlar ve dilenciler. Kimisi maymunlardan ne kadar korktuğunu anlatıyor, kimisi dilencilerin "ver hacı ver" nakaratını tekrarlıyor. Herkes maymunların ve dilencilerin varlığını spontan zannediyor. Oysa bu, mekânın kutsallaştırılmasını şirk sayanların bir kurgusu. Sosyal psikoloji derslerine konu olacak başarılı bir kurgu.
Şimdi kurban günü. Hac ibadetinin zamandaşı olan ibadet vakti. Dün sineğe bile el kaldırmak yasakken bugün bir canlıyı adayacağız yaratıcıya. Bir sembolden ötekine geçeceğiz. Kurban bir sembol. En sevdiğiniz şeyden vazgeçebileceğinizi gösteren bir sembol. Hz. İbrahim'in oğul İsmail ile sınanmasının sembolü. Varlığın asıl sahibinin Yaratıcı olduğunu, var edenin de yok edenin de Yüce Allah olduğunu gösteren bir sembol ibadet. Allah Hz. İbrahim'den, önce oğlunu kurban etmesini, ama daha sonra kurban kesmesini bu nedenle istemiş.
İşte bu sembolü hatırlarız kurbanla...
Ve kurbanı paylaşarak bizim olanın yalnızca bize ait olmadığını, varlığı kardeşlerimizle paylaştığımızı gösteririz. "Ve gördük ki, mekân değildir zamandır önemli olan; ve lakin o da değildir eylemdir önemli olan ve dahi o değildir kalp olmadıkça", demişti rahmetli Cahit Zarifoğlu zarif şiirinde. Ne mutlu kalbi Kâbe, kurbanı İsmail olanlara...
Bayramınız kutlu olsun.