Alman Federal Meclisinin almış olduğu sözde Ermeni soykırımına dair kararın ardından en çok sorulan soru, Türk-Alman ilişkileri iyiye giderken, Alman Şansölyesi Angela Merkel son dört ayda beş kez Türkiye'ye gelmişken ve Berlin mülteci sorununun çözümü konusunda Ankara'nın desteğine bu kadar çok ihtiyaç duyarken Almanya'nın neden böyle bir karar aldığı sorusudur. Yine cevabı merak edilen bir başka soru ise bu kararın Türk-Alman ilişkilerinin seyrini nasıl etkileyeceği meselesidir.
Bu sorulara doğru cevap verebilmek için önce Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerin temel parametrelerine bakmak gerekiyor. Çünkü son dönemde yaşanan mülteci krizi kadar, Almanya'da yaşayan Türkiye kökenli diasporanın bu ülkenin Türkiye politikasının şekillenmesine etkisi, iki ülke arasındaki tarihsel bağlardan gelen alışkanlıklar ve özellikle Türkiye açısından Almanya ile ekonomik ilişkilerin boyutu Türk-Alman ilişkilerinin anlaşılması açısından önemlidir. Bu faktörlerin incelenmesi hem Alman Parlamentosunun söz konusu kararının hem de Türkiye'nin bu karara vereceği somut tepkilerin doğru analiz edilmesine yardımcı olacaktır.
Öncelikle Türk-Alman ilişkilerinin tarihsel analizi bize, iki ülke ilişkilerinin dengeli bir karşılıklı bağımlılığa dayanmadığını ve Almanya'nın genel olarak daha etkili taraf olduğunu gösteriyor.
19. yüzyılın son çeyreğinde toprak bütünlüğünü korumak için Almanya'ya yanaşan Osmanlı İmparatorluğu'nun, Avrupalı güçlerle mücadele içerisinde olan bu devlet tarafından sadece bir müttefik olarak görülmediği biliniyor. Osmanlı'nın geniş toprakları, sömürge yarışında geç kalmış olan Almanya tarafından doğal bir yayılma alanı olarak görülürken, Berlin'in İstanbul üzerindeki etkisini giderek artırdığı ve sonunda onu savaşa kendi yanında sürüklemeyi başardığı görülüyor. İki devlet arasındaki "tarihi dostluk" ve "silah kardeşliği" söylemine rağmen asıl söz konusu olan şeyin bir "kardeşlik" olmadığı, bu ilişkide Almanya'nın Osmanlı Devleti'ni kendi çıkarları doğrultusunda kullandığını görüyoruz. Aynı tarz ilişkiyi Hitler Almanyası'nın da kurmaya çalıştığı ve kendi çıkarları doğrultusunda Türkiye'yi İkinci Dünya Savaşı'na sürüklemek istediği görülmüştür. Yani Osmanlı Devleti'nin sanayi devrimini ıskalayıp Batı'nın çok gerisinde kalmasından sonra, diğer Batılı ülkelerle ilişkilerinde olduğu gibi Almanya ile ilişkilerinde de eşit taraflar arasındaki bir ilişkiden bahsetmek mümkün değildir. Bu çerçevede güçlü taraf olan Almanya'nın Osmanlı'ya karşı olduğu gibi Türkiye'ye karşı da sürekli olarak kendi çıkarları doğrultusunda baskı yapması ve hatta çoğu zaman Türkiye'nin iç ve dış politikasına müdahalelerde bulunması söz konusu olmuştur.
İlişkilerin geleceği
Bu açıdan bakıldığında, Alman Parlamentosu'nun sözde Ermeni soykırımı konusunda almış olduğu kararı da bu geleneğin bir ürünü olarak görmek gerekir. Tarihte defalarca olduğu gibi, bu kararla da Almanya, Ankara'ya baskı yapmak suretiyle Türkiye'yi istediği politikalara yöneltmek istemektedir. Özellikle mülteci sorununun çözümü konusunda çok ihtiyaç duyduğu Ankara'nın desteğiyle ilgili olarak tartışmaların yaşandığı bir dönemde böyle bir kararın alınması, aslında Berlin'in oldukça riskli bir yol izlediğini de gösteriyor. Türkiye'nin terörle mücadele yasasında talep edilen değişiklikleri gerçekleştirmek istememesi nedeniyle vize muafiyeti konusunda yaşanan sorunun mülteci krizinin çözümüne dair anlaşmanın uygulanmasını da zora sokması Almanya'yı Türkiye'ye karşı böyle bir güç gösterisine sokmuş gözüküyor. Berlin'in, bu yolla Ankara'ya uyumlu politikalar izlememesi durumunda kendisini baskı altına alacak araçlara sahip olduğu mesajı verirken, Türkiye'nin bu baskı karşısında mülteci anlaşmasını tamamen ortadan kaldırma ve işbirliğinden vazgeçmesi riskini ne kadar iyi hesapladığı bilinmez. Ancak bugünün Türkiye'sinin Almanya gibi küresel aktörlerden gelen baskı politikalarına karşı geçmişe göre daha dayanıklı olduğunun altını çizmek gerekiyor.
İkinci olarak, Almanya'da yaşayan Türkiye kökenli diasporanın özellikle Türkiye'deki hükümet karşıtı kesiminin de Alman Federal Meclisi'nin söz konusu kararında etkili olduğu görülüyor. Almanya'da yaşayan bütün Türkiye kökenliler arasında sayıca az bir kesimi oluşturmalarına rağmen yüksek oranda politize olmaları nedeniyle bu ülke siyasetinde diğer kesimlere göre daha etkili olan sol veya Kürt milliyetçisi olarak tanımlanabilecek bu gruplar genel olarak Türkiye karşıtı bir tutum içerisindedirler. Hem kendileri Türkiye aleyhine faaliyette bulunurken hem de Almanya'nın Türkiye politikalarını da bu yönde şekillendirmek için çaba sarf eden bu çevrelerin önemli isimleri arasında yer alan Yeşiller partisi eşbaşkanı Cem Özdemir'in sözde soykırıma ilişkin kararın alınmasında yoğun bir faaliyet gösterdiği biliniyor. Bu kesimin Türkiye aleyhindeki faaliyetlerinin sadece siyaset üzerinden yürütülmediği, başta medya olmak üzere birçok alanda sahip oldukları etkinliği de bu yönde kullandıkları görülmektedir. Alman devletinin, Türk-Alman ilişkilerinin sağlıklı bir zeminde yürütülmesi açısından bu faaliyetlerin çok ciddi bir tehdit oluşturduğunu görmesi iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceği açısından büyük önem taşımaktadır.
Son olarak, Alman Parlamentosunun aldığı kararın Türkiye - Almanya arasındaki yoğun ekonomik ilişkiler açısından ne anlam ifade ettiğine değinelim. Bir ticaret devleti olarak dış ekonomik bağlarını çok önemseyen Almanya'nın 20 milyar doların üzerinde ihracat yaptığı ve 6 binden fazla firmasının faaliyet gösterdiği Türkiye ile ekonomik ilişkileri açısından sorun oluşturma potansiyeline sahip böyle bir kararı alması bu açıdan da bir risk oluşturmaktadır.
Türkiye açısından bakıldığında ise, Almanya'nın Türkiye'nin dış ticaretindeki birinci sırayı alan konumu düşünüldüğünde, Ankara'nın diplomatik tepkilerinde göstereceği sertliğin ekonomik alana fazla uzanmaması rasyonel bir davranış olacaktır. Alman Federal Meclisinin almış olduğu kararın siyasi bir karar olduğu bir kenara not edilmeli, bu kararla birlikte Berlin'in Türkiye üzerinde kurmak istediği baskıya karşı dik durulmalı, diplomatik alanda gerekli tepkiler verilmeli, ancak bu meselenin Türkiye'nin ekonomik çıkarlarına verecek boyutlara taşınmaması gereklidir. Yani Ankara'nın bu meselede Berlin'in göstermediği rasyonel tavrı göstermesi ve iki ülke ilişkilerinin kalıcı zarar görmesine yol açacak politikalardan uzak durması doğru davranış olacaktır.