Türkiye' de, 2002 öncesi dönemde yüksek miktarlardaki Borç/ GSYH oranı, bütçe açığı, düşük tasarruf ve rezerv yetersizliği nedeniyle, ülkeye yabancı sermaye çekebilmek için en kolay yol olarak faiz artışı tercih edilmiştir. Ancak, bir taraftan faizlerde meydana gelen artıştan dolayı faizlerin sebep olduğu krizlerin maliyeti, diğer taraftan faiz oranlarının yükselmesi nedeniyle sürekli olarak ertelenen büyük projeler, altyapı yatırımları ve yapısal sorunlar düşünüldüğünde faizin ne kadar sorunlu ve ekonomide meydana getirdiği tahribatın ne kadar büyük olduğu açıktır.
Bu nedenle faizlerin yükselmesiyle beraber ülkeye giren sermayenin ülkede meydana getirdiği rahatlama ve bu rahatlamanın sebep olduğu kazanımların, yüksek faiz sebebiyle gerçekleşmeyen yatırımlarla ve ekonomide çözülemeyen yapısal problemlerin yol açtığı maliyetle karşılaştırılması, artık bir zaruret hâline gelmiştir. Aslında burada sorulması gereken soru yüksek faiz dolayısıyla yıllarca orta gelir tuzağında patinaj yapan ülke mi ya da düşük faiz ile yüksek büyüme oranlarını gerçekleştirerek orta gelir tuzağından çıkmış ve yüksek gelire ulaşmış bir ülke mi olacağız? Sanırım bu soruyu sormanın tam zamandır.
FAİZ ARTIŞI İÇİN GEZİ VE 17 ARALIK TERTİPLERİ
Gezi olayları öncesinde yani 2013'ün ilk yarısında Türkiye ekonomisi tarihindeki en düşük faiz oranlarına sahip iken Gezi sonrası ve ardından gerçekleşen 17 Aralık darbe girişimleri ile birlikte yılın ikinci yarısında ülke risk priminin artması ve dolayısıyla faizin artırılması için yapay bir ortam oluşturuldu. Merkez Bankası da bu dönemde faizleri maalesef ölçüsüz bir biçimde artırarak ekonomiye ağır bir maliyet yüklemiştir. Fakat 30 Mart yerel seçimlerinden hükümetin güçlenerek çıkması, politik risklerin azalmasına, böylelikle ekonomide istikrarın devamına ve beklentilerin pozitif yönde gelişmesine önemli ölçüde katkı sağlamıştır. Ayrıca, ülke kredi notunun yatırım yapılabilir seviyede kalması ve Avrupa Merkez Bankası'nın parasal genişleme planı yönündeki beklentiler faizlerin aşağı yönlü hareketini hızlandırmıştır.
MERKEZ BANKASI'NA YENİ GÖREV TANIMI
Bu nedenle piyasa beklentilerine cevap olarak, Merkez Bankası'nın da faizleri düşürmesi, yani ekonomik büyüme konusunda hükümet kadar duyarlı olması ve bu konuda gereken adımları atması ifade edilmeye başlanmıştır. Her ne kadar Merkez Bankası'nın birinci amacı fiyat istikrarını korumak olsa da, ekonomik büyüme ve dolayısıyla istihdama da odaklanması ve büyüme konusunu öncelikli amaç haline getirmesi artık zorunlu hâle gelmiştir. Dolayısıyla, yalnızca fiyat istikrarına kendini hapseden bir Merkez Bankası'nın hükümetin öncelliği olan büyüme ve istihdam politikaları ile çelişme olasılığı yüksektir. Küresel ekonomik krizde Amerika Merkez Bankası'nın (FED) piyasalardaki rolü, ekonomik büyüme ve istihdam konusundaki duyarlılığı ve siyasilere karşı sorumlulukları tüm merkez bankaları için örnek olmalıdır. Merkez Bankası'nın sorumluluğunu sadece fiyat istikrarı üzerinden tanımlaması ve hükümetin büyümeye yönelik politikalarına duyarsız kalan bakış açısının sürdürülebilirliği mümkün olmadığından, Merkez Bankası para politikası kararlarında, hem fiyat istikrarıyla hem de ekonomik büyümeyle ilgili vurguların öne çıkmasının zamanı gelmiştir. Aksi hâlde, önümüzdeki dönemlerde Merkez Bankası, görevlerinin sorgulanmasına ve tartışmaların başlıca konusu olmaya adaydır. "
YENİ EKONOMİ" İÇİN DÜŞÜK FAİZ
1990'lı yılların ekonomisinde başlıca aktör olan yüksek faiz, bugünün şartlarında "Yeni Türkiye" ekonomisi için geçerliliğini kaybetmiştir. "Yeni Ekonomi" olarak adlandırılan ekonomik yapı için düşük faiz en önemli koşullardan birisidir. Türkiye'nin düşük faiz oranları ile ortaya çıkan kaynaklarını, yüksek faiz nedeniyle geçmişte sürekli olarak ertelediği yatırım, Ar-Ge, enerji bağımlılığı gibi yapısal problemlerini çözmeye aktarması gerekmektedir. Bu durum Türkiye'nin yatırımcılar açısından hem güvenilir bir liman olarak görülmesini sağlayacak hem de Türkiye için hayati derecede önemli yeni ve dev projelerin gerçekleştirilmesine imkân sağlayacaktır. Zira Türkiye'nin, orta ve uzun vadede ulaşmayı hedeflediği gelişime kavuşması ve "Yeni Ekonomi" ancak bu eksendeki bir paradigma değişimiyle mümkün olabilecektir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Azerbaycan ziyareti öncesinde Merkez Bankası'na faiz indirimi çağrısı yapmasının asıl nedeni bu değişikliğin gerçekleşmesi isteğidir.
Bununla birlikte yılarca yüksek faiz oranlarından fahiş ve haksız kazançlar elde eden belirli kesimlerin, düşük faiz beklentisinin oluştuğu bu süreçte, faizlerin yüksek kalması gerektiği yönünde açıklamalar yapması, 1990'lı yılları tehdit olarak göstermeleri ve bu açıklamalarını Merkez Bankası'nın bağımsızlığıyla ilişkilendirerek piyasayı tam tersi yönde etkilemeye çalışmaları manidardır.