1929 ekonomik bunalımı ve II. Dünya Savaşı sonrasında mevcut küresel düzen ve onun kurumları, Atlantik'in iki yakası tarafından domine edilmiştir. Böylece dünya ekonomisi gelişmiş ülkeler tarafından sözde "uluslararası" olan bu kuruluşlar aracılığıyla şekillenmiştir. Örneğin, IMF'de yüzde 16.7'lik bir oy hakkına sahip olan ABD, IMF'nin temel çerçevesinde bir değişiklik yapılabilmesi için yüzde 85'lik bir oy oranına ihtiyaç duyulduğu dikkate alındığında, IMF'de meydana gelebilecek değişiklikler üzerinde veto yetkisine sahip olmuştur. Ayrıca, IMF ve Dünya Bankası'nın kuruluşundan beri sürekli Avrupalı ve Amerikalı başkanlar tarafından yöneltiliyor olması da küresel sistemdeki temsil adaletsizlikler açısından olumsuz bir görünüm ortaya çıkarmıştır.
Ancak, 2008'de gelişmiş ülkelerde yaşanan küresel ekonomik kriz, dünya ekonomisi ve küresel sistem için kırılma noktası olmuştur. Gelişmekte olan ülkelerin 2008 küresel ekonomik krizinin olumsuz etkilerini kısa sürede giderdikleri ve gelişmiş ülkelere göre daha istikrarlı bir görünüm sergiledikleri görülmüştür. Bu istikrarlı görünüm sayesinde gelişmekte olan ülkeler, küresel ekonomideki bozulmadan kaynaklı dış şokların olumsuz etkisini minimize etmiştir. Gelişmekte olan ülkelerin dünya üretimindeki payının artması ve gelişmiş ülkelerin ekonomik büyüme hızlarının düşmesi yeni ekonomik aktörleri ortaya çıkarmıştır. IMF ve Financial Times'a göre 1980'li yıllarda, dünya ekonomisinde ekonomik büyüme hızı en yüksek ilk 10 lider ülke içinde 7 gelişmiş ülke (ABD, G. Kore, Japonya Kanada, İngiltere, Almanya ve İtalya) ve 3 gelişmekte olan ülke (Brezilya, Hindistan ve Çin) var iken, 2012 sonrasında tam tersine 7 gelişmekte olan ülke (Brezilya, Hindistan, Çin, Türkiye, Endonezya, Rusya, Meksika) ve 3 gelişmiş ülke (ABD, G. Kore ve Japonya) yer almıştır. Diğer yandan, Goldman Sachs verilerine göre, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin'den oluşan ve BRIC olarak adlandırılan bu ülkelerin toplam GSYH miktarı 2030'dan sonra sanayileşmiş 7 büyük ülkenin (ABD, Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Kanada) GSYH'sini geçecektir. Tabii ki, BRIC grubu ülkelere başka ülkelerin de (Güney Afrika, Meksika ve belki Türkiye) katılması halinde bu süre daha da kısalacaktır.
Arap baharı gelişmiş ülkeleri kaygılandırmıştır
Ortadoğu'da başlayan Arap baharı ve ortaya çıkan ticari fırsatların, başta Türkiye ve diğer gelişmekte olan ülkeler lehine gelişmesi, gelişmiş ülkeleri kaygılandırmıştır. Değişen dengeler sonrasında gelişmekte olan ülkelerin dış ticaretindeki eksen genişlemesi Latin Amerika, Afrika, Ortadoğu, Rusya ve Çin gibi ülkelerin ticari ortaklıklar gerçekleştirmesi ve karşılıklı ekonomik çıkar sağlanması, gelişmiş ülkeler aleyhine olmuştur. Ayrıca, üretimin ve yeni pazarların doğuda yani gelişmekte olan ülkelerde olması, gelişmekte olan ülkeleri daha da avantajlı hale getirmiştir.
Küresel ekonomik krizde ekonomik büyüme hızını kaybeden ve 1929 ekonomik bunalımını adeta yeniden yaşayan gelişmiş ülkelerin, sahip oldukları eski şartlara tekrar dönme çabaları içinde oldukları görülmüştür. ABD'nin çıkış stratejisi olan FED'in geleceğe dönük parasal sıkılaştırma olasılığı, küresel ekonomik kriz dolayısıyla gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere akan sermayenin geri çağrılarak, gelişmekte olan ülkelerde başlayan şahlanış dönemi için adeta tehdit olarak algılanmıştır. Ayrıca, Ortadoğu ülkelerinde demokrasi karşıtı ortaya çıkan darbe ve kaosa gelişmiş ülkelerin kayıtsız kalmaları da gelişmiş ülkelerin ortaya çıkan istikrarsızlık tablosundan memnun olduklarının bir göstergesi olmuştur.
Bu nedenle 19. yüzyıl Avrupa ve 20. yüzyıl Amerikan çağı olsa da, 21. yüzyılın Asya'nın öncülüğünde daha global bir çağa dönüşeceği öngörülmektedir. Bu dönüşüm IMF ve diğer uluslararası kurumlarda, reformların gündeme gelmesine neden olmuştur. Ancak, gelişmiş ülkelerin eski alışkanlıkları ve sahip oldukları imtiyazları kaybetmeme istekleri nedeniyle reformlar konusunda maalesef ipe un serdikleri görülmüştür. Diğer yandan, temsilde adaletsizliklere alternatif olarak geliştirilen G-20 platformu küresel ekonomi ve ticareti ilgilendiren yapısal hiçbir konu ile ilgilenmeyen bir istişare platformuna dönüşmüştür. Bu nedenle G-20'nin daha kurumsal ve temsil gücü yüksek bir yapıya kavuşturulması önem arz etmektedir. Aksi halde, dünyanın ekonomik çekim merkezinin doğuya doğru hızla evirildiği bu süreçte uluslararası kuruluşlara alternatif arayışlar hızlanarak devam edecektir.