Türkiye'nin Rus işgalinin başından beri izlediği Ukrayna politikası NATO ittifakı içerisindeki kritik rolünü ortaya koyuyor. 2014'ten beri Kırım'ın ilhakını tanımayarak bu meseleyi gündeme getirmekten çekinmeyen Türkiye, işgal sonrası da Ukrayna'nın toprak bütünlüğü ve bağımsızlığına sahip çıkmaktan çekinmedi. Rus işgaline karşı çıkmakla kalmayıp Ukrayna'ya askeri ve mühimmat yardımı yapmaktan da geri durmayan Türkiye'nin diplomatik arabuluculuk çabaları da devam etti. Türkiye Montrö Sözleşmesi'ni uygulayacağını açıklamakla birlikte Rusya'ya karşı uygulanan ağır ekonomik yaptırımlara katılmadı ve hava sahasını da Rus uçuşlarına açık tutmaya devam etti. Bu politikasıyla NATO müttefikleri tarafından takdir toplayan Türkiye'nin Rusya'ya ekonomik baskıya katılmaması da en azından şimdilik anlayışla karşılanıyor. Bu anlamda Putin'in NATO ittifakı içerisinde çatlak oluşturma hesabının şu ana kadar başarısız olduğunu söylemek mümkün.
NATO'nun işgal öncesinde Putin'in ittifakın genişlemesiyle ilgili taleplerine olumlu cevap vermeyerek şeffaflık önerisiyle yetinmesi işgalin önlenmesine yetmemişti. Amerikan Başkanı Biden'ın Rus işgali gerçekleştiği takdirde ABD veya NATO'nun askeri karşılık vermeyeceğini ve Rusya'nın ağır ekonomik maliyet ödeyeceği tehdidi de Putin'i korkutmamıştı. ABD ve NATO'nun 'stratejik muğlaklık' politikası takip ederek askeri opsiyonu masadan kaldırmasaydı ne olurdu bilmek zor. Ancak NATO'nun Putin'i işgalden caydırmaya yetecek adımlar atmadığı ortada. Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın NATO'nun krizin başında daha kararlı bir tutum takınması gerektiği yönündeki eleştirileri de bu bağlamda değerlendirilmeli. NATO'nun sadece üye ülkeleri korumakla yetineceğini açıklamasıyla birlikte müttefiklerin Ukrayna'ya yardım etmesinin önünde bir engel yoktu. Bu noktada Türkiye'nin en etkili askeri ve lojistik yardımları yapan müttefiklerden birisi olması takdir topladı. İttifak içerisindeki yükümlülüklerini öteden beri fazlasıyla yerine getiren Türkiye'nin bu krizdeki performansı da birçok NATO ülkesinin ötesinde gerçekleşti.
NATO ittifakının Soğuk Savaş sonrasında yeni bir misyon edinmekte zorlanması döneminin Ukrayna'nın işgaliyle son bulduğunu söylemek mümkün. Rusya'nın Avrupa ve bölge güvenliğini nasıl derinden sarsabileceğini tekrar görmüş olduk. Türkiye'nin Libya, Suriye, Güney Kafkasya ve Orta Asya'da Rusya'yla karşı karşıya kalması ve mücadele etmesi Batı tarafından yeterince takdir edilmemişti. Ukrayna'nın işgaliyle sadece Doğu Avrupa'nın değil Karadeniz'deki statükonun da değişmesi NATO'yu doğrudan ilgilendiriyor. Karadeniz'e kıyısı olan NATO ülkelerinin bu yeni gerçeklikle karşı karşıya olması ittifakın önümüzdeki dönemde güvenliği daha geniş düşünmesini gerektirecek. Diğer bir deyişle epeydir Avrupa'yı tehdit etmediği sürece Ortadoğu ve Orta Asya'da rahat hareket etmesine adeta izin verilen Rusya'ya karşı NATO'nun daha derinlikli bir politika geliştirmesi gerekecek. Türkiye'nin NATO'nun yeni güvenlik konseptine en fazla katkı verebilecek ülkelerin başında geldiğini söylemek mümkün zira Türkiye Rusya'yla birkaç bölgede birden sahada karşı karşıya kalan ve etkin politikalar geliştirebilen bir ülke. Avrupa'nın güvenliğini Amerika'ya havale etmenin artık sürdürülebilir olmadığını gördüğü bir bağlamda Türkiye'yle yakınlaşması ve güvenlik mimarisini birlikte inşa etmeye çalışması gerekmektedir.
Almanya'nın güvenlik anlayışında son bir ay içerisinde yaşanan radikal değişiklik Avrupa'nın güvenlik doktrininin değişeceğinin en önemli işareti oldu. Bu yeni doktrin oluşurken Türkiye'nin kaygı, uyarı ve katkılarının çok daha dikkate alınacağını söylemek mümkün. Önümüzdeki hafta Brüksel'de gerçekleşecek NATO liderler zirvesi Ukrayna'ya destek mesajlarının ötesine geçerek bu yeni doktrinin temellerinin atılacağı bir vesile teşkil etmeli. Haziran ayında Brüksel'de NATO stratejik konseptinin iklim değişikliği, teknoloji ve Çin meydan okuması gibi konuları da içine alacak şekilde genişletileceği açıklanmıştı. Rusya'nın Ukrayna'yı işgali hem konvansiyonel savaş döneminin bitmediğini hem de hibrit savaş döneminin başladığını gösterdi. Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde birkaç alanı konvansiyonel silahlarla kontrol etmesi ve bir yandan da İHA ve SİHA'larla hibrit savaş döneminin ihtiyaçlarına göre hareket ediyor olması son derece önemli bir tecrübe. NATO'nun Türkiye'nin bu tecrübelerinden yararlanmaya çalışması ve bunu yeni doktrininin temellerinden biri haline getirmesi gerekiyor. Dahası NATO'nun Türkiye'nin güvenliğini çok daha ciddiye alması gerekiyor zira Ukrayna savaşı çatışmaların tek bir ülke veya bölgeyle sınırlandırılamayacağını bir kez daha gösterdi.
Türkiye'nin arabuluculuk çabalarının şu aşamada Putin'in önemli bir zafer kazanma gereksinimi ve taviz vermeye hazır olmaması dolayısıyla sınırlı kalacağını öngörebiliriz. Ancak Türkiye'nin Rusya ve Ukrayna dışişleri bakanlarını bir araya getirerek diplomaside öncülük etmesinin ateşkes sağlanması ve insani krizin hafifletilmesi gibi sonuçlar üretmesi mümkün. Ukrayna'ya siyasi ve askeri desteği, Rusya'yla sahada mücadele etmesine karşın diplomatik kanalları açık tutma tecrübesi, NATO'nun daha kapsamlı bir doktrine ihtiyacı olduğunu savunan bir aktör olması ve Karadeniz'deki yeni güvenlik mimarisinden doğrudan etkilenecek olması itibariyle Türkiye'nin Ukrayna savaşının sonuçlarından en fazla etkilenecek ülkelerden biri olduğu aşikâr. Batı'nın Putin Rusya'sına karşı geliştirdiği politikalarda ve yeni güvenlik mimarisini inşa ederken Türkiye'yi bu sürece ana aktör olarak dahil etmesi gerekiyor. Aksi takdirde, hem yeni güvenlik konsepti güdük kalacaktır hem de NATO ittifak içerisinde Ukrayna kriziyle oluşan birliği devam ettirmekte zorlanacaktır.