19 Mayıs 2024'te İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile iki ülke sınır hattını oluşturan Aras Nehri üzerinde inşa edilen Kız Kalesi ve Hudaferin barajların açılışından dönerken geçirdiği helikopter kazası sonucunda hayatını kaybetmişti. Bu hadiseyle birlikte İran Cumhurbaşkanı seçimleri bir kez daha dünya gündemine oturdu. Zira cumhurbaşkanı seçimleri dünyaya açılmaya çalışan "reformcu" ve bu tür açılımlara sıcak bakmayan "muhafazakar" cenahlar arasında gerçekleşen politik hesaplaşma alanına dönmüş durumdadır. Bu nedenle İran Cumhurbaşkanlık seçimleri yurt içinde tartışıldığı gibi dünya gündeminde de tartışmalara neden oldu.
Diğer yandan mevcut durumu inceleyecek olursak İran Anayasası'nın 131. maddesi uyarınca cumhurbaşkanının vefatı veya iki aydan fazla yokluğu durumunda en geç elli gün içerisinde yeni bir cumhurbaşkanının seçilmesi için gereken tedbirlerin alınması gerekmektedir. Bu nedenle İran İçişleri Bakanlığı'nın açıkladığı takvim doğrultusunda 28 Haziran 2024'te yeni bir seçimin yapılması ön görüldü. Ancak İran'da seçimler dünyanın diğer pek çok yerinden farklı olarak bir kişinin aday olabilmesi için sadece başvuru koşullarını karşılaması yeterli olmayıp aynı zamanda "Anayasayı Koruyucular Konseyi" adı verilen bir kurumun onayından da geçmesi gerekmektedir. Tam da bu noktada "reformcular" ve "muhafazakarlar" arasındaki bitmeyen bir kavga gerçekleşmektedir. Zira muhafazakarların hakim olduğu "Anayasayı Koruyucular Konseyi" her seçim döneminde çok sayıda "reformcu" ismin olası adaylığını reddederek seçime katılmasını engellemektedir. Nitekim 28 Haziran seçimleri için de ön başvurusu kabul edilen 80 adaydan 6 kişinin adaylığı onaylanmış, reformcu adaylardan sadece bir kişi onay alabilmiştir. Bu açıdan Anayasayı Koruyucular Konseyi'nin işleyişini ve bu kavgadaki yerini kısaca incelemekte fayda vardır.
Konsey ilk olarak 20 Şubat 1980'de Humeyni'nin 6 Fakih üyesini belirlemesiyle kurulmuş, 17 Temmuz 1980'de hukukçu üyelerinin parlamentodan güven oyu almasıyla birlikte resmi olarak faaliyete başlamıştır. Konsey 12 kişilik üyeden oluşmaktadır. Üyelerden altısı fakih (İslam bilimcisi), altısı da hukukçu olması gerekmektedir. Altı fakih üyesi doğrudan dini rehber tarafından atanırken altı hukukçu üyesi yargı erkinin başkanı tarafından belirlenir ve parlamentodan güven oyu alarak göreve gelmektedir. Fakih üyeleri için güven oyu söz konusu değildir. Diğer yandan hukukçu üyeleri belirleyen yargı erki başkanı da doğrudan dini rehber tarafından atanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında dini rehberin konsey üzerindeki tartışılmaz bir etkisi söz konusudur. Üyeler her altı yılda bir yeniden seçilmekte, mevcut durumda ise 7. döneminde bulunmaktadır. Konseyin başlıca dört temel görevi bulunmaktadır:
Konseyin her ne kadar farklı görevleri bulunsa da şüphesiz en çok tartışılanı birinci başlıkta belirtilen görev olmuştur. Zira Anayasanın 99. maddesine dayanarak bu görevi kapsamında, Cumhurbaşkanı, Uzmanlar Meclisi seçimlerini, Parlamento seçimlerini denetleme, başvuranların adaylığını reddetme veya onaylama yetkisi bulunmaktadır. Bu nedenle söz konusu yetki ve süreç tüm seçimlerde, özellikle de Uzmanlar Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çokça tartışılmaktadır. Zira Uzmanlar Meclisi ülkenin en yetkili siyasi ve dini mercii olan dini lideri de seçmek ve denetlemekle yükümlüdür. Cumhurbaşkanı da anayasanın 113. maddesinde belirtildiği gibi dini rehberden sonra devletin en yüksek ikinci makamı niteliğindedir.
Bu noktada en önemli olay ise 2013'te gerçekleşmiştir. Konsey bu yıl düzenleen Cumhurbaşkanlık seçimlerinde devrimin ikinci adamı olarak bilinen, Hameney'in rehber olarak seçilmesinde aktif rol oynayan Ali Ekber Haşimi Rafsancani'nin adaylığını reddetmiştir. Bu olay reformcular ve muhafazakarlar arasındaki tartışmaları bir kez daha alevlendirmiştir. Zira Rafsancani "ılımlı reformcu" hareketinin öncülerinden olarak kabul edilmektedir. 2013 seçimlerinde muhafazakar cenahtan Said Celili ve Bakir Kalibaf gibi bilinen figürler seçime girerken reformcu kanattan daha düşük profilli bir isim olarak Hasan Ruhani, konsey tarafından onay alabilmiştir. Ancak sonuç Ruhani'nin lehine dönmüş, seçimi kazanmayı başarabilmiştir.
Mevcut durumda ise tıpkı 2013 seçimlerinde olduğu gibi Ali Laricani, İshak Cihangiri gibi reformcuların önemli figürlerinin adaylığı reddedilirken muhafazakar kanattan Said Celili ve Bakir Kalibaf gibi önde gelen figürlere onay verilmiştir. Buna karşılık reformcu cenahtan reddedilen adaylara nazaran popülaritesi nispeten düşük Mesut Pezeşkiyan seçime katılmak için onay almıştır. Bu durum ise akıllara "acaba tarih tekerrür mü edecek?" sorusunu getirmiştir.
İran İslam Devriminin kurucusu Humeyni'nin vefatından bu yana ülkenin en üst siyasi mercii olan rehberlik ofisi ve ikinci en üst mercii olan cumhurbaşkanlığı arasında hafif de olsa çekişmeler söz konusudur. Bunun temelinde ise Humeyni'nin ölümünün ardından rehberlik ofisine muhafazakar düşüncelere sahip Ali Hameney geçerken cumhurbaşkanlığına daha ılımlı düşüncelere sahip Rafsancani'nin geçmesi yatmaktadır. Bu iki çizgi günümüze kadar da bazen keskin bazen de sönük bir biçimde varlığını sürdürmüştür. Diğer taraftan yönetimde değişiklik isteyen kesimler de doğrudan rehberi değiştiremediğinden dolayı cumhurbaşkanlığına yönelmiş, bu mecradan seslerini duyurmaya çalışmıştır. Bu nedenle cumhurbaşkanlığı reformcuların nispeten ağırlık kazandığı bir kanat olmuştur.
Ancak reformcuların cumhurbaşkanlığı kanadında ağırlık kazanmasıyla birlikte müesses nizam bu mecrayı da denetim altına almaya çalışmıştır. Durum böyle olunca sesini duyuramayan ve değişim isteyen kesim farklı mecralardan seslerini duyurmaya çalışmıştır. Ahmedinejad'ın ikinci dönem seçimleriyle başlayıp süregelen protestoları da bu meseleye bağlamak mümkündür. Dolayısıyla müesses nizam bir yandan kendi yönetimi içerisinde bir ikilik istemezken diğer yandan tabanda biriken istekleri de karşılamak durumundadır. Bu nedenle reformcu adayların onaylanmasında son derece hassas davranıp minimum risk taşıyan adayların onaylamasını maksimum ihtimam göstermektedir. Diğer yandan muhafazakar kesimden en güçlü adaylar rahatlıkla onay aşamasından geçebilmektedir. Ancak buna rağmen halk ağırlıklı olarak reformcu adaylar lehine oy kullanmaktadır. 2013 cumhurbaşkanı seçimi buna somut örnek oluşturmaktadır.
Diğer yandan cumhurbaşkanının yetkilerine bakıldığında oldukça geniş yetkilere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu yetkiler tabiri caizse dini rehberin vetosuna tabidir. Bu nedenle olası bir reformcu adayın kazanması durumunda cumhurbaşkanı adeta dış ilişkiler konusunda mekik diplomasisi uygulamak durumundadır. Zira bir yandan uluslararası tarafları ikna etmesi gerekirken diğer yandan yapılan anlaşmaların veto edilmemesi için müesses nizamı ikna etmek durumundadır. Dolayısıyla İran'da muhafazakar bir ismin seçilmesi, Reisi dönemindeki temel statükonun devam etmesi anlamına gelirken Pezeşkiyan'ın seçilmesi muhafazakar-reformcu çizgisinde devam eden mücadelenin ön plana çıkacağı şeklinde yorumlanabilir.