Türkiye'de normalleşme söyleminin güçlendiğini, önyargı ve kodların toplumsal hafızamızdan bir nebze silindiğini düşündüğümüz bugünlerde ODTÜ'de yaşanan hadiseler, esasında halen bazı sorunların var olduğunu gösterdi. Kayıt yaptırmak için ODTÜ'ye gelen bir aileye refakat eden kişilerin başörtülü olmasından dolayı, bazı öğrencilerin ellerinde pankartlarla bu kişileri sözlü tacizle kampüsten dışarıya çıkartma çabaları ODTÜ gibi özgürlükçü olma iddiasındaki bir üniversite açısından tam manasıyla bir talihsizliktir.
Normalleşmenin bir süreç olduğu konusunda hiç şüphe yok, elbette bu süreçte iniş ve çıkışların olması tabidir. Ancak hadisenin bir yükseköğretim kurumunda vuku bulması, meseleyi ele alış şeklimizi doğrudan etkilemektedir. Türkiye'de üniversite gençliğinin, nefret suçlarının, ifade özgürlüğü ve akademik özgürlüklerin sınırlarının acilen masaya yatırılması gerekmektedir. Yaşanan olayı münferit olarak nitelendirip üzerini örtmeye çalışmak ise sorunların katlanarak büyümesine, nefret suçlarının toplumsal muhayyilede normal algılanmasına ve zamanla çok daha yüz kızartıcı olayların sadece yükseköğretim kurumlarında değil farklı toplumsal alanlarda yaşanmasına neden olacaktır. Bu nedenle ODTÜ'de yaşanan olayı öncelikle doğru tahlil etmek gerekmektedir.
ODTÜ, dünyada ve Türkiye'de saygın üniversitelerden biridir. ODTÜ ve benzeri üniversitelerde, farklı siyasi görüşlerden, ideolojilerden, din ve inançlardan öğrencilerin ve öğretim üyelerinin olması üniversitenin tabiatına gayet uygundur. Bu durum üniversitelere dinamizm katmakta, akademik canlılığı artırmakta ve bu bağlamda üniversitede akademik özgürlüklerin ve ifade özgürlüğünün hayat bulmasına imkân tanımaktadır. Türkiye'de üniversitelerin sayılarının artması ve daha fazla gencin bu üniversitelerde eğitim alıyor olması, çoğulculuğun ve hoşgörünün nesillerde yaşatılması, bu çerçevede ifade özgürlüğünün ve akademik özgürlüklerin üniversitelerde sağlanması açısından çok kıymetli ve Türkiye açısından da fırsat niteliğindedir. Modern üniversite tarihinde kampüslerde akademik özgürlüğün var olması için elzem olan ifade özgürlüğünün tanımı ise evrenseldir. Buna göre, kampus içinde veya dışında kişiler, başkalarını ötekileştirmeden, küçümsemeden görüşlerini özgür bir şekilde ifade etme ehliyetine sahiptir.
Protesto özgürlüğü mü, zorbalık mı?
ODTÜ'deki olay göstermiştir ki, ifade özgürlüğünün bir parçası olan protesto hakkı gibi kavramlar, maalesef lumpenleştirilmiştir. Bir kampusta öğrencileri ya da misafirleri zorla susturmaya çalışmak ya da onları kovmak, bir zorbalıktır ve modern üniversite fikri ve pratikleriyle asla bağdaşmaz. Geçen Aralık'ta ODTÜ'yü ziyaret eden Başbakan Erdoğan'ın kampüse girmesine ve konuşma yapmasına izin vermemek için yapılan şiddet eylemlerinin ve mezuniyet töreninde toplumun farklı kesimlerinden insanları aşağılayıcı pankartların taşınmasının üzerinden daha bir yıl bile geçmeden bu olayların yaşanması, yönetici ve öğretim üyelerinin öğrencilerine ifade özgürlüklerinin ve akademik özgürlüklerin mahiyetini enine boyuna anlatmasını gerekmektedir. Bu konuda yöneticilerin doğru tavır sergilemeleri, öğrencilere rol model olmaları açısından ziyadesiyle önemlidir. Ayrıca sessizlik, suça alenen ortak olmaktır. Yıllardır özgürlükçü görüşlerle kimliğini inşa etmeye çalışan bir üniversite, sessiz kalması durumunda faşist etiketini taşımaya razı olacaktır. ODTÜ gibi saygın bir üniversiteden beklenen, yaşanan olayların ardından hızlı bir şekilde bir kınama mesajı vermesidir.
Üniversiteleri normalleştirmek
Türkiye'de şu an üniversite öğrencisi olan genç nesil, çocukluk yıllarında, halk tarafından seçilmiş bir milletvekilinin başörtüsü ile Meclis'e gelmesinden dolayı dönemin sol partisi tarafından yuhalanarak Meclis'ten ve buna müteakip Türkiye vatandaşlığından atılmasına şahit olmuştur. Ayrıca, üniversitelerde öğrenci ve öğretim üyelerine karşı ayrımcılıklar yaşanmış ve bu kişilerin öğrenme ve öğretme özgürlükleri kısıtlanmıştır. 28 Şubat davasının sürdüğü bugünlerde Türkiye bu acı tecrübeleri geride bırakmaya çalışırken, ODTÜ'de yaşanan olaylar, üniversitelerde akademik özgürlüklerin kökleşmediğini bir kez daha göstermiştir. Dolayısıyla, gerek YÖK ve TÜBA gibi üst kuruluşların gerekse de üniversitelerin ve sivil toplum kuruluşlarının, akademik özgürlükleri kısıtlayan engelleri kaldırmaya ve üniversitelerde hoşgörü kültürünü hâkim kılmaya yönelik daha çok çaba göstermesi gerekmektedir.