6 ve 9 Haziran 2024 tarihleri arasında, 720 üyeyi seçmek üzere Avrupa Birliği (AB) genelinde katılımın yüzde 51.07 olduğu Avrupa Parlamentosu seçimleri gerçekleşti. Bu seçimler, doğrudan seçilen, yasama, denetleme ve bütçe sorumlulukları olan Avrupa Parlamentosu'nda AB vatandaşlarını kimin temsil edeceğine karar verilmesi ve AB için politika ve mevzuat öneren Avrupa Komisyonu'nun yeni başkanı için müzakereleri başlatmak açısından önemli.
Avrupa'daki aşırı sağ partiler, son Avrupa Parlamento seçimlerinde, her ne kadar tüm ülkelerde aynı düzeyde olmasa da önemli kazanımlar elde etti. Bu durum, AB'nin siyasi manzarasında dikkate değer bir değişiklik anlamına geliyor. Aşırı sağ partiler, parlamentoda elde ettikleri büyük sandalye kazanımlarıyla AB'nin müesses nizamını titretirken anketlerde mağlubiyeti tahmin edilen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Meclisi feshetmesi ve erken genel seçim çağrısı yapması Avrupa basını tarafından "küçük düşürücü" olarak nitelendirildi.
Peki, "Eski Kıta" olarak da bilinen Avrupa'daki bu dönüşümün arkasında yatan nedenler nelerdir ve gelecekte bizi nasıl bir Avrupa bekliyor?
Başlıca Aktörler ve Ulusal Değişkenler
Merkez sağda Avrupa Halk Partisi (EPP), merkez solda Sosyalistler ve Demokratlar (S&D) grubu ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un partisi Renew grubu, etkisi önemli ölçüde azalsa da Parlamento'daki en büyük üç grup olmaya devam etmektedir.
2019'da aşırı sağ gruplar, Birleşik Krallık'taki Brexit Partisi'nin 29 sandalyesi de dâhil olmak üzere, toplam 165 sandalyeye sahipti. 2024 seçimlerinden sonra ECR ve Marine Le Pen'in Ulusal Yürüyüş (RN) Partisinin de içinde bulunduğu ID Grupları meclisteki varlıklarını artırdılar. Henüz siyasi bir yuvaya sahip olmayan bir dizi yeni aşırı sağ partinin bu iki grubun saflarını genişleteceği tahmin edilmektedir. Almanya için Alternatif Partisi (AfD) 15 sandalye ile ilk kez Avrupa Parlamentosu'na girdi ve 2021'den EPP'den ayrılan (ihraç edilmeden önce) Macaristan'ın Fidesz'i 10 sandalye kazandı ve muhtemel yeni evi bu grup olacak. ECR ve ID ile birlikte AfD ve Fidesz'in oy oranları 156 sandalyeye, yani toplam sandalye sayısının yüzde 21'ne tekabül ediyor. Bu sonuç aşırı sağ grubu Meclisin en büyük grubu olan S&D'nin (136) önüne geçiriyor.
2024-2029 Avrupa Parlamentosu Parti Grupları Dağılımı
(Kaynak: https://results.elections.europa.eu/en/index.html )
Bu dağılım önemli ulusal farklılıkları barındırmaktadır. Aşırı sağın en büyük temsilcileri Fransa'nın Rassemblement National (RN), İtalya'nın Fratelli d'Italia, Polonya'nın PiS, Almanya'nın AfD ve Macaristan'ın Fidesz partilerinden gelmektedir. Bu beş parti tek başına aşırı sağ koltukların yarısından fazlasını oluşturuyor.
Bu farklılıklara rağmen aşırı sağ yaklaşık 50 aktif parti ile neredeyse tüm AB üye ülkelerinde varlık gösteriyor. Sadece İrlanda ve Malta bu durumdan etkilenmedi. Birçok ülkede aşırı sağ olarak adlandırılabilecek birden fazla parti bulunmaktadır. Fransa'da RN ve Reconquête; İtalya'da Fratelli d'Italia ve Lega. Danimarka'da Démocrates (DD), Letonya'da Latvia First (LPV), Portekiz'de Chega ve Romanya'da AUR gibi yeni partiler ortaya çıkarken, Orta ve Doğu Avrupa'daki bazı hareketler geleneksel olarak değişken parti sistemleri nedeniyle yok oldu.
Aşırı sağın 2024'teki performansı büyük farklılıklar göstermektedir. Fransa, İtalya, Macaristan ve Avusturya'da aşırı sağlar birinci parti oldu. Hollanda'da Özgürlük Partisi (PVV) yedi sandalye kazanarak sol koalisyonun ardından ikinci sırada yer aldı. Belçika, Avusturya (+10 puan), Hollanda (+14 puan), Bulgaristan (+13 puan) ve Estonya'da önemli oy artışları kaydedildi. Romanya'da AUR, 2020 yasama seçimlerindeki performansını geliştirerek oyların yüzde 14'ünü ve beş sandalye elde etti.
Fransa'da RN/Reconquête bloğu yüzde 37 oy oranıyla tüm zamanların en yüksek oranına ulaştı. İtalya'da Giorgia Meloni'nin partisi, sağ bloğun yeniden yapılandırılması ve Matteo Salvini'nin Lega'sının 2019'da yüzde 34'ten 2024'te yüzde 10'un altına düşen düşüşü arasında başarılı oldu. Hollanda'da Demokrasi Forumu (FvD) desteğinin çoğunu kaybederek PVV'ye fayda sağladı.
Buna karşılık Macaristan ve Polonya'da aşırı sağ zemin kaybetti. Polonya'da PiS 12 puan ve sekiz sandalye kaybederken, yüzde 12 oy ve altı sandalye kazanan Özgürlük ve Bağımsızlık Konfederasyonu'nun rekabetiyle karşılaştı. Macaristan'da Fidesz, aşırı sağ Vatanımız Hareketi (MHM) ve merkeze daha yakın duran yeni Saygı ve Özgürlük Partisi (Tisztelet és Szabadság) ile rekabet etti.
Finlandiya'da aşırı sağ partinin hükümete katılması 2019'a kıyasla 6 puana mal oldu. Portekiz'de Chega yüzde 9'a düştü (iki sandalye). İspanya'da Vox üç sandalye kazanırken İsveç'te Demokratlar sabit kaldı. Almanya'da AfD yüzde 16'da kalarak Sosyal Demokratların (SPD) gerisinde kaldı ve anketlerin öngördüğü yüzde 22'nin çok altında kaldı. "Yeniden göç" projesi ve AfD lideri Maximilian Krah'ın SS'lerle ilgili açıklamaları gibi tartışmalar bazı seçmenleri yabancılaştırdı. AfD ayrıca, benzer göç karşıtı temalarla oyların yüzde 5'ini kazanan Sahra Wagenknecht İttifakı'nın (BSW) rekabetiyle de karşı karşıya kaldı.
Aşırı Sağın Popülaritesi ve Nedenleri
Aşırı sağın popülaritesi başlıca şu gelişmelerin etkisi altında arttı; 2008'den bu yana yaşanan mali kriz, 2015 yılında öncelikle Suriye iç savaşından etkilenen ve genel olarak Avrupalı olmayan diğer göçmenlerin özellikle de Suriyelilerin neden olduğuna inanılan "mülteci krizi", COVID-19 salgını ve Ukrayna'daki savaş. Bu olaylar neticesinde aşırı sağ gruplar Avrupa toplumlarındaki ekonomik hayal kırıklığını, artan yaşam maliyetlerine karşı öfkeyi ve göçle ilgili güvensizlik duygularını politik sermayeye dönüştürdüler ve bunları körüklediler.
Ukrayna'daki savaş AfD ve Avusturya'daki FPÖ gibi partilerin hükümetlerini "savaş çığırtkanlığı" yapmakla suçlayarak Kiev'e verdikleri desteği eleştirmelerine olanak sağlarken Ukraynalı mültecilere yönelik olumlu yaklaşımlar hem normatif bir çelişkiyi ortaya çıkarıyor hem de aşırı sağın diğer mültecilere yönelik güvenlikleştirici yaklaşımıyla karşılaştırıldığında oryantalist bir bakış açısını gözler önüne seriyor. Avrupa Yeşil Anlaşması'na karşı çıkan aşırı sağ partilerin Avrupa'nın çevre politikalarını "cezalandırıcı" olarak görmeleri bu normatif çelişkinin diğer bir örneğidir.
Başlıkta ifade edilen "aşırı sağ partilerin yükselmesi" olgusu, bir süredir akademik ilginin de odak noktası konumunda. Bu yükselişi alttan gelen taleplerin bir yansıması olarak görenlerin yanı sıra elit aktörlerin kamuoyu oluşturma ve gündem belirleme gücüyle ilişkilendiren yaklaşımları bir arada ele aldığımıza yükselişten ziyade bir normalleştirme etkisinden bahsedebiliriz. Diğer bir ifadeyle aşırı sağ Avrupa'da Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında meşruiyetinin altı oyulan milliyetçilik hareketlerini tekrar normalleştirmekte ve meşrulaştırmaktadır. Seçimler öncesinde Geert Wilders'in PVV'si ve Fransa'nın RN'si gibi partiler, Avrupa konusundaki duruşlarını yumuşatarak AB'den ayrılma gibi radikal önerilerden vazgeçtiler. Bu nedenle farklı aşırı sağ grupların ortak derdi AB'nin altını oymaktan ziyade onu dönüştürme noktasında birleşti. Zira onlar da ajandalarını gerçekleştirmek için AB'nin gücünü ve AB'den gelen yardımları gözden çıkaramıyorlar. Bu normalleşme, özellikle geleneksel sağ partiler aşırı sağ söylemleri benimsedikçe ikinci gruba daha fazla meşruiyet kazandırdı. Şu anda altı AB ülkesinde aşırı sağ partiler tek başına veya koalisyon içinde iktidarda: İtalya, Finlandiya, Macaristan, Hollanda, Slovakya ve Hırvatistan. İsveç Demokratları ise doğrudan katılım olmaksızın merkez sağ hükümeti destekliyor.
Gelecekten Beklentiler
Aşırı sağın yükselişinin Avrupa ülkeleri ve AB üzerindeki muhtemel yakın etkilerini birkaç başlık altında ele alabiliriz: göç, Ukrayna'ya destek, üye ülkelerin çıkarları ve birlik içerisinde güç dengesi. Bu konularda aşırı sağın gündem belirleme ve müesses nizamı zorlama potansiyeli oldukça yüksek. Aşırı sağ partilerin geleneksel sağ partilerle artan ittifakları ve yer yer bazı Avrupa ülkelerinde iktidara gelmeleri, Avrupa Parlamentosu ve üye devletler içindeki gelecekteki güç dengesini etkileyecektir.
Aşırı sağ partiler, Ukrayna'daki savaş, Rusya ile ilişkiler ve başlıca ekonomi politikaları gibi konularda farklı görüşler ortaya koyuyorlar. Örneğin Polonya Cumhurbaşkanı Duda, Rusya'ya karşı Avrupa'yı koruyan Ukrayna'ya tam desteği savunurken, Macaristan Başbakanı Orban meselenin iki Slav devleti arasındaki bir mücadele olarak ele alınması gereğinde ısrar ediyor. Ancak şimdilik bölünmüş güçlerini birleştirme zorluğuyla karşı karşıya olsalar da göç ve Avrupa entegrasyonu konularında ortak tutumlara sahipler ve Avrupa toplumunun önemli kesimlerinin ilgilerini çekmeyi başarıyorlar. Özellikle ulusal çıkarların her şeyin önünde tutulduğu ve üye ülkelerin egemen birer güç olarak etkilerinin eşit bir şekilde birliğe yansıdığı bir yeniden inşayı savunmaları aşırı sağ grupların iddialarına seçmen nezdinde rasyonalite ve tutarlılık kazandırıyor.
Sonuç olarak 2024 Avrupa Parlamentosu seçimleri, AB'deki aşırı sağ siyasetin karmaşık ve heterojen yapısını gözler önüne serdi. Bu partiler güç kazanmaya devam ettikçe, Avrupa politikaları ve siyasi dinamikleri üzerindeki etkileri muhtemelen artacak ve AB'nin geleceğini önemli oranda dönüştürecektir. Aşırı sağ partilerin normalleşmesi ve artan meşruiyeti, geleneksel sağ partilerle ittifak kurma becerileriyle birleştiğinde, AB'nin siyasi manzarası üzerindeki etkilerini belirlemede çok önemli faktörler olacaktır.