Afrin'de devam eden Zeytin Dalı Harekatı kırkıncı gününü tamamlarken sınır hattını kontrol altına almayı kapsayan ilk evresi sona erdi. Ancak operasyon kimi çevrelerce yavaş ilerlediği şeklinde eleştirilmekte, daha doğrusu karalanmakta. Bu eleştiri operasyonun yavaş ilerlediği iddiasından hareketle Türkiye'nin muharebe kapasitesinin düşük olduğunu ima etmekte.
İlk olarak Türkiye'nin muharebe kapasitesinin düşük olduğu iddiasından başlayalım. Vladimir Yevseyev isimli analistin iddialarıyla Türkiye kamuoyunun da gündemine giren ve tekraren öne sürülen bu eleştiri, operasyonun yeteri büyüklükte kuvvet (asker sayısı) içermediğinden, hava saldırılarındaysa çok yüksekten serbest düşüşlü bombalar kullanıldığı için hedeflerin vurulamadığından bahsetmekteydi. Ancak unutmayalım ki operasyonun daha ilk haftasında yöneltilmeye başlanan bu eleştirinin yapıldığı günden bugüne operasyon dahilindeki cephe sayısı arttı, PYD unsurlarının süpürülmesiyle temizlenen bölgeler Afrin'le olan sınırımızı tamamen kaplayacak kadar genişledi ve nihayet operasyon derinlik kazanmaya da başladı. Operasyon sınır boyunca genişleyip sıra derinleşmeye gelirken hem asker (ve ÖSO kuvvetleri) hem de zırhlı araç sevkiyatı sürdü, sürüyor. Dolayısıyla daha operasyonun başında yöneltilen kuvvet noksanlığı eleştirisi erken bir eleştiri denilerek göz ardı edilebilir.
Hedeflerin vurulmasındaki düşük başarı oranı iddiası ise TSK'nın kamuoyuyla paylaştığı pek çok görüntü ile zaten çürütülmüş oldu. Kamuoyuyla paylaşılan görüntü örneklerinde gördük ki insansız hava araçlarımızca uzak mesafeden net görüntüleri alınan hedefler gerek anında gerekse de uygun şartlar sağlanana kadar takip edilerek yeni konumlarında karadan ve havadan isabetle vurulabilmekte.
Amaç imha değil
Peki Afrin neden operasyonun ilk 40 gününde düşmedi? Çünkü operasyon bu doğrultuda planlanmadı. Amaç sadece sürat ve imha olsaydı daha kara birliklerimiz sınırdan içeri girmeden Afrin'in tüm stratejik hedefleri, enerji ve ulaşım altyapısı uzaktan imha edilir, belki farklı ülkelerin Halep'te, Rakka'da, Musul'da, Doğu Guta'da yaptığı gibi şehir havadan dövülürdü.
Ancak Türkiye böyle bir savaş yaklaşımı benimsemedi. Zira Türkiye'nin amacı düşmanı imha edip geride bir enkaz bırakmak, bir trajediye başka bir trajediyle son vermek değil PYD'den temizleyeceği sahada kalıcı bir "düzen" kurmak. Fırat Kalkanı Harekatı'yla DEAŞ'tan temizlenen bölgede görüldüğü gibi sivil kayıplar konusunda hassas, hastanesinden postanesine, okullarından pazar yerine kadar işleyen, gerek rejim gerek DEAŞ gerekse de PYD tarafından yerlerinden edilen Suriyelilerin evlerine dönebileceği ve Türkiye'ye sınır ötesinden tehdit oluşturmayacak kalıcı bir düzen.
Öte yandan öncelenen operasyonel hedef sürat olsaydı yarma (breakthrough) harekatı ile cephe bir noktadan yarılıp düz bir çizgide ilerlenebilirdi.
Bir yandan düşman cephesi (vücudu) hırpalanırken bir yandan da "derinlikte taarruz" (deep attack) yöntemleriyle doğrusal ilerleme kaydedilip Afrin'deki PYD savunmasının operasyonel kumanda merkezi (beyni) ve ikmal kanallarının beslendiği kaynaklar (midesi) hedef alınabilirdi. Ancak görünen o ki AirLand Battle (Kara ve Hava Kuvvetlerinin müşterek harekâtı) olarak adlandırılan Amerikan savaş doktrininin dört temel direğinden biri olan sürat diğer üç direğin (inisiyatifi elde tutma, zaman-mesafe-kaynak derinliğini sağlama ve birimler arası senkronizasyon yakalama) pahasına öncelenmedi ve dengeli bir yaklaşım benimsendi. Böylece hava destekli kara harekatıyla adım adım ilerleme sağlanırken ikmal yollarını ve cephe gerisi güvenliğini sağlama almayı önceleyen bir yaklaşım benimsenmiş oldu.
Güvenli gelecek inşası
Halihazırda Azez'den İdlib'deki gözlem noktalarımıza kadar kesintisiz bir hat üzerinde kontrol sağlanmış, böylece Kilis ve Hatay üzerinden 140 kilometreyi bulan sınır hattı ve 88 köy tümüyle PKK/PYD unsurlarından arındırılmıştır.
Böylece büyük resme bakıldığında Afrin, daha yakından bakıldığında ise Afrin merkezinin çevresindeki Cinderes, Şeyh Hadid, Raco gibi önemli yerleşkelerin her biri büyük ölçüde kuşatılmış durumda. Ancak bu yerleşkeler tam olarak çembere alınmış değil, hem Afrin geneli hem de ayrı ayrı bahsi geçen yerleşkeler hala birer çıkış yoluna sahip. Anlaşılan o ki TSK bu aşamada PYD militanlarının tamamen kapatılıp giderek daralan bir çemberde meskun mahallere sıkışıp kalmasını istemiyor, son bir çıkış şansı tanıyor. Yukarıda değindiğimiz gibi amaç Afrin'deki her teröristi öldürmek değil şehri PYD'den temizlemek. Askeri stratejist San Tzu'ya referansla çıkış için bir "altın köprü" (golden bridge) bırakılmak isteniyor ki hem muharip birliklerimiz kuşatmada daha az kayıp versin hem de şiddetli çatışmalar sivil kaybına neden olmasın.
Zira meskun mahallerdeki yoğun çatışmalar serseri kurşunlardan yorgun mermilere, hatalı hedef tespitinden daha pek çok ikincil zarar etkenine kadar çeşitli sebeplerle sivil kayıplar yaşanması riskini de artıracaktır.
Netice itibarıyla operasyon belirlenen amaçlar doğrultusunda makul bir süratte ilerlemektedir. Bugüne kadar sınır hattında bir kemer oluşturmakla kalınmamış pek çok noktada 10 kilometreyi aşan derinliğe ulaşılmış, ilk evre olan sınır hattının temizlenmesi aşaması tamamlanmış ve ikinci evreye başlanmıştır. Üçüncü evre olan Afrin merkezinin PYD'den temizlenmesi aşamasından önceki bu ikinci evrede görüldüğü kadarıyla Cinderes, Şeyh Hadid, Raco gibi önemli yerleşkeler temizlenecektir. Kaldı ki bu yerleşkeler de iki-üç cenahtan çevrelenmiş, Afrin kırsalına ve bu yerleşkelere hakim 20 yükselti kontrol altına alınarak Afrin düzlüklerine ulaşılmıştır. Operasyonu sadece uzaktan izleyebilen bizlere düşen bir futbol taraftarı edasıyla verilen kayıp sayılarına bakıp skor tutmak, neticeye hemen ulaşıp tabiri caizse çabuk gol bulmayı istemek değil çember daralıp çatışmalar şiddetlenirken operasyonun en az kayıpla kalıcı sonuçlar doğuracak şekilde neticelenmesini dilemektir.
Unutmayalım ki zamana karşı yarışmıyor, güvenli bir geleceği inşa ediyoruz.