2002'den itibaren siyasette yeni sayılabilecek bir durumla karşı karşıyayız: Fiili olarak iktidarda olan AK Parti, aldığı pozisyon ve getirdiği yenilikler dikkate alındığında muhalif bir duruşun merkezi olduğunu gösterdi. Siyasette yeni sayılabilecek bu durum, siyasi haritanın her defasında sarsılıp yeniden oluşmasına sebebiyet verdi, vermeye de devam etmektedir.
Türkiye'nin en can yakıcı ve kronikleşmiş sorunların(d)a AK Parti cesaretle risk alıp çözüm üretmeye çalışırken, muhalefet partileri var olan durumu olduğu gibi korumaya yöneldiler ve neredeyse yeni sayılabilecek tek bir kelam bile etmediler. Bu durum, siyasetin denklemini değiştirdiği gibi muhalefetin seçmenleriyle ilişkilerini de yapısal kırılmalara uğrattı.
12 Eylül askeri Anayasasının bazı maddelerinin değiştirilmesini öngören anayasa paketini halka götüren AK Parti karşısında, söylem düzeyinde var olan Anayasanın korunmasını isteyen ve referandumda 'Hayır' diyen bir muhalefet cephesini buldu. Kendi tabanı açısından 'Hayır' cephesinde yer almak, CHP için ne bir maliyet ne de bir sorun üretebi(lir)di. Ancak 12 Eylül'ün hışmına en sert şekilde maruz kalmış MHP'nin 'Hayır' cephesinde yer alması milliyetçi muhafazakâr tabanı açısından oldukça yıkıcı bir durum olmuştu. Orta Anadolulu milliyetçi muhafazakâr MHP tabanı, partisinin aldığı kararın tersi yönde hareket ederek 'Evet' demiş ve partisine rağmen bir seçmen pozisyonu sergilemişti.
MHP referandum sürecinde muhafazakâr kitlesini kaybetme pahasına, işlevsel gerekçelerle ulusalcı söylemle siyaset yapmayı tercih etti. MHP'nin hem Batıda bulduğu ulusalcı yeni seçmenini ürkütmemek hem de AK Partiye muhalefet yapabilmenin kanallarını açık tutmak adına geliştirdiği ve 2010'da 'Hayır' cephesinde yer alarak da net bir şekilde ortaya koyduğu ulusalcı dil ile tarzın, sanılanın aksine, işlevsel gerekçelerle kullanılmadığını son olaylarla net şekilde görmekteyiz. Devlet Bahçeli, Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde terör saldırılarında kaybettiğimiz vatandaşlarımızın Suriye'nin Banyas kasabasında Baasçı Esed rejimi tarafından katledilen insanlardan daha değerli olduğu vurgusunu yaparak işlevsel olarak kullanmak istediği ulusalcı dile ideolojik olarak da esir düştüğünü ortaya koydu. Bahçeli'nin her iki bölgede (Reyhanlı ve Banyas) yaşanan ölümleri 'değer' kavramı üzerinden karşılaştırması Türkiye siyasi muhalefetinin içine düştüğü talihsiz durumu gözler önüne sermektedir.
2010 Anayasa Referandumun aksine, Çözüm Süreci MHP açısından bir fırsata dönüşürken Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP'nin kendi içinde sorunlar yaşamasına neden oldu. CHP lideri, AK Parti'nin Çözüm Sürecinin başında kullandığı kurucu dili belki sezgisel olarak anladığı için belki de tüm Türkiye sosyal demokratlarının da destekleyeceği bir tutumdan yola çıkarak destekleyeceğini belirtmişti. Ancak belli ki CHP de MHP'nin 12 Eylül referandumu ile içine düştüğü 'buradan olumlu bir sonuç çıkarsa biz oy kaybederiz ve bu kazanımlar AK Partiye yarar' endişesiyle sürecin başında kullandığı olumlu dili terk edip fiili olarak sürecin karşısında yer alan bir pozisyona yöneldi.
CHP'den sosyal demokrat çizgiye uygun özgürlükçü bir siyasal yaklaşım bekleyenlerin hayal kırıklığına uğradıkları aşikâr. En iyi niyetli yorumla, bu siyaset tarzının sebebini temel bir mesele gündeme geldiğinde CHP içinde ortaya çıkan ikili yapıya bağlayabiliriz. Uzun süredir Türkiye kamuoyu CHP'nin parti pozisyonundan ziyade CHP içindeki ulusalcı ve/ya sosyal demokrat kanatların pozisyonlarından bahsetmektedir. Çözüm süreci CHP içindeki bu ikilemi en berrak şekilde ortaya koydu. Toplum, CHP'nin önümüzdeki dönemde hangi kanadın ilkeleri üzerinden siyaset yapacağını merak etmektedir. Bu bağlamda, Reyhanlı saldırısında CHP'nin ortaya koyduğu tavır partinin ulusalcı kanadın perspektifi çerçevesinde siyaset yaptığını ortaya koymaktadır. Muhalefet partilerinin kurması gereken dili iktidardaki AK Parti kurunca ortaya demokratik toplumların alışık olmadığı bir durum çıkıyor ve bütün paradigma alt üst oluyor. Bu yeni paradigma karşısında şaşkınlıktan öteye geçemeyen ve kendini dönüştüremeyen muhalefetin içine düştüğü statükoculuktan çıkması bu bağlamda imkan dahilinde görünmüyor. Sonuç olarak, klasik demokrasi paradigması AK Parti'nin Türkiye siyasal hayatında takındığı pozisyon ile sarsılmış ve siyasal refleksler anlamında iktidar muhalefete ve muhalefet ise iktidara dönüşmüştür.