ABD ve İran arasında son bir yıldır süren gerginliğin son aşaması Tahran'ın nükleer anlaşmadaki bazı yükümlülüklerini yerine getirmeyeceğini açıklaması ve müteakiben yüzde 4,5 oranında uranyum zenginleştirmeye başladığını ilan etmesi oldu. Hatırlanacak olursa geçtiğimiz Mayıs'ta Trump yönetimi nükleer anlaşmadan tek yanlı çekilerek İran'a ağır yaptırımlar uygulamaya başlamış ve bu ayda Tahran'ın önemli petrol müşterilerine verilen muafiyetlerin sona ermesinden sonra ülke ekonomisi iyice zor duruma düşmüştü. ABD yaptırımlarla da yetinmemiş ve Devrim Muhafızları Ordusu gibi kilit konumdaki kurumları da yabancı terörist listesine eklemişti. Buna karşılık İran bir yıl zarfında anlaşmada kalan diğer ülkelerle anlaşmadan doğan haklarını temin etmek için müzakereler yürüttü ancak özellikle Avrupa ülkelerinin oluşturduğu INSTEX ödeme mekanizmasından da beklediğini elde edemeyince telafi adımları için düğmeye bastı.
Aslında son bir yıldır İran'ın yapmaya çalıştığı şey temelde dünyaya anlaşmadan çıkan ve diplomasi kapısını kapatan tarafın ABD olduğunu göstermeye çalışmaktan ibaretti. Yoksa yaklaşık on beş yıl önce de aynı konuda Avrupa ülkeleri ile müzakereler yürüten İran söz konusu ülkelerin inisiyatif sahibi olmadıklarını ve son tahlilde yaptıklarının sadece Washington ile Tahran arasında ara buluculuk faaliyeti olduğunun farkında. Bununla birlikte anlaşmadan tamamen çıkması halinde Ortak Kapsamlı Harekat Planı (JCPOA) öncesi tüm BM kararlarının otomatik olarak geri döneceğini bilen Tahran yönetimi bu süre zarfında diplomasiye şans vermeyi uygun görmüştü.
Cumhurbaşkanı Ruhani ve ardından diğer yetkililerin Temmuz başlarındaki açıklamalarında Tahran'ın anlaşmadan tamamen çekilmediğini vurgulamaları ve ihtiyatlı bir dil kullanmaları bu açıdan önem taşıyor. Zira Rusya Başkanı Putin'in de belirttiği üzere İran'ın anlaşmadan tamamen çekilmesinden sonra şu ana kadar Trump yönetimini suçlayan tüm uluslararası çevreler oklarını İran'a yöneltmeye başlayacaklar ve anlaşmadan ilk çıkan ülkenin ABD olduğu büyük ölçüde unutulacaktur. Bununla birlikte İran nükleer faaliyetlerini artırarak Trump yönetimi üzerinde baskı kurmadıkça elinde muhtemel müzakereler için hiçbir koz olmayacağını ve Trump'ın isteklerine eninde sonunda teslim olmak zorunda kalacağını düşünüyor. Dolayısıyla İran'ın yaptığı şey temelde oyunu Obama dönemi kurallarına uygun hale getirmek denilebilir.
Obama döneminde İran kendisine uygulanan yaptırımlara nükleer faaliyetlerinin kapsamını sürekli artırarak cevap veriyordu ve bu durum iki taraf için de sürdürülemez hale geldiğinde anlaşma mümkün hale gelmişti. İran bir yandan –daha sonra birçok yetkilinin ifade ettiği gibi– Venezuela benzeri bir ekonomik çöküşle yüz yüze iken anlaşmadan sonra Obama'nın da söylediği gibi nükleer bir bomba ile İran arasında yalnızca birkaç ay mesafe kalmıştı. Ruhani'nin "Her iki ayda bir yeni adımlarımızı açıklayacağız" şeklindeki ifadesi İran'ın gerilimi artırma stratejisini yalnızca Körfez'de değil ilişkilerin her alanında uygulamak istediğini gösteriyor. Körfez demişken son gelen haberlerde Cebel-i Tarık'ta İngiliz askerlerinin el koyduğu İran tankerine misilleme olarak İranlı Devrim Muhafızlarının Basra Körfezi'ndeki İngiliz tankerlerine karşı harekete geçtiği ancak İngiliz donanmasının tankerlere eskort etmesi nedeniyle bu çabaların şimdilik sonuçsuz kaldığı belirtiliyor. Ancak İran'ın Körfez'deki coğrafi pozisyonu ve İngiliz birliklerinin sayısının yetersiz olduğu düşünüldüğünde her an bir İngiliz tankerinin alıkonulma ihtimali bulunuyor ki Ruhani de geçtiğimiz günlerde bu konuda Londra yönetimine sert uyarılarda bulunmuştu.
Son olarak Trump'ın İran'ın gerilimi kontrollü artırma politikalarına nasıl karşılık vereceği ve Obama dönemindeki dengeleri kabul edip etmeyeceği belirleyici olacak. Sürekli olarak Obama dönemi anlaşmasını kötüleyen Trump'ın İran'ın genişlettiği nükleer faaliyetleri ve bölgedeki askeri faaliyetleri karşısında geri adım atması çok gerçekçi görünmüyor. Nitekim son attığı tweette de yakında İran'a yeni ve daha kapsamlı yaptırımların uygulanacağını belirtti. Bu durum ikili ilişkilerin yakın gelecekte de gerilmeye devam edeceğinin habercisi.