İstanbul'a dair kentsel yönetim hakkındaki çeşitli gelecek projeksiyonlarının en önemli gündem maddesini hiç şüphesiz kentteki deprem riski ve dolayısıyla kentsel dönüşüm projeleri oluşturmaktadır. Nitekim hem merkezi idare hem de ilgili kuruluşlar İstanbul'u olası bir doğal afet durumunda mümkün olan en hazırlıklı hale getirebilmek için çaba sarfetmektedirler.
Bu doğrultuda özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın konu hakkındaki hassasiyeti çeşitli kentsel dönüşüm projeleriyle ve yaptığı konuşmalarla kendisini göstermektedir. Geçtiğimiz Nisan ayında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından duyurulan "Yarısı Bizden" kampanyasında ifade edildiği üzere İstanbul özelinde, 5 yıl içerisinde yaklaşık 1 milyon bağımsız konutun yenilenmesi hedeflenmektedir.
Kentsel Dönüşümde Son Gelişmeler
O dönemde bakanlık görevini sürdüren Murat Kurum, 11 ilimizi ve 14 milyon vatandaşımızı doğrudan etkileyen ve Cumhuriyet tarihinde afet kaynaklı en çok can kaybına yol açan 6 Şubat Kahramanmaraş Depremlerini bir milat olarak aldıklarını, aynı acının bir daha yaşanmaması için kararlı bir şekilde İstanbul'da "Yüzyılın Dönüşümü"nü gerçekleştireceklerini duyurmuştu. Bu konudaki çalışmalar doğrultusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul'da yer alan 7 milyon 500 bin bağımsız bölümün 600 bininin süratle dönüştürülmek zorunda olduğunu açıkladı. 2012 yılından günümüze ise İstanbul'da 800 bin bağımsız bölümün dönüşümünün tamamlandığını ve 170 bin 941 bağımsız bölümün ise dönüşümünün devam ettiğini söyledi.
Diğer yandan kentsel dönüşüm meselesinin uygulanabilirliği açısından nitelikli yasal düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu doğrultuda geçtiğimiz Ekim ayında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına bağlı faaliyet gösterecek Kentsel Dönüşüm Başkanlığı, Cumhurbaşkanı'nın imzasıyla resmen kuruldu. Başkanlık altında yer alan 3 ayrı genel müdürlükten bir tanesi Marmara Bölgesindeki kentsel dönüşüm süreçlerinin yürütülmesinde etkin rol oynayacak. Yine Başkanlık yapısında yer alan Taşınmaz ve Kaynak Geliştirme Müdürlüğü aracılığıyla da kentsel dönüşüme özkaynak oluşturulması hedefleniyor.
Kentsel dönüşümün uygulanabilirliği açısından gerekli bir diğer düzenleme ise Kasım ayında Meclisten geçerek yasalaşan Kentsel Dönüşüm Yasası oldu. Yasa aracılığıyla maliklerin üçte iki nitelikli çoğunluğu aranması şartı salt çoğunluk şeklinde değiştirildi. Maliklerin bu şekilde rızasının alınması ve Kentsel Dönüşüm Başkanlığınca üstlenilecek olan imar planı, mimari, tesisat ve diğer mesuliyetlerinin ardından 30 gün içerisinde yapı ruhsatı çıkarılabilecektir. Bu şekilde hızlı ve etkin bir şekilde vatandaşın depreme dayanıklı ve kent bilim açısından daha sağlıklı yapılarda ikamet etmesi hedeflenmektedir. Geçmişte riskli yapıların tespit edilmesi aşamasında ve dahi tespitin ardından yapıların tahliyesinde çeşitli zorluklar yaşanmaktayken bu Kanun'la ilgili sorunun kolluk kuvvetlerine sağlanan yetkiler çerçevesinde sürüncemede kalmadan çözüme kavuşturulması amaçlanmakta.
Hiç şüphesiz kentsel dönüşüm projelerinin uygulanabilirliğinde vatandaş açısından en temel zorluğu maliyetler oluşturmaktadır. Bu doğrultuda ise merkezi hükümet tarafından vatandaşın ilgili maliyetlerin altından görece daha rahat kalkabilmesine yönelik finansal destek programları sürdürülmektedir. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan "Yüzyıl'ın Dönüşümü İstanbul" programında ilgili desteklere yönelik detayları kamuoyuyla paylaştı. Erdoğan, kentsel dönüşüm aracılığıyla İstanbul'un çehresinin değişeceğini, vatandaşın daha güvenli, modern ve estetik evlere kavuşacağını söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Nisan ayında duyurulan "Yarısı Bizden" kampanyasına 1 milyon 233 bin bağımsız bölüm için başvuru yapıldığını ifade etti. Bu başvurular arasında yüzde yüz anlaşmaya varan bağımsız bölüm sayısı ise 71 bini aşmış vaziyette. Başvuru sayılarındaki bu çokluk kentsel dönüşüm meselesinde vatandaşın hassasiyeti ve beklentisini de ortaya koyuyor. Bununla birlikte Erdoğan, kentsel dönüşüme girecek her bağımsız bölüm için 100 bin lirası kira desteği olmak üzere 800 bin lira hibe ve 700 bin lira krediyle birlikte toplamda 1 milyon 500 bin liralık destek verileceğini açıkladı.
CHP'nin Kentsel Dönüşüm Direnci
Kentsel Dönüşüm Yasası'na özellikle CHP kanadı çeşitli eleştiriler ortaya koydu. Örneğin İBB Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Buğra Gökce, düzenlemenin halkta "evlerine el konulacağı" tarzında "haklı endişeler" yarattığını iddia etti. Benzer şekilde Gökce, yasayı salt "lüks konut üretmenin" bir enstrümanı olarak değerlendirdi ve CHP'nin kurumsal söylemi bu şekilde inşa edildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise düzenlemenin tek amacının keyfi sebeplerle engellenen kentsel dönüşüm sürecinin hızlandırılması olduğunun altını çiziyor. İlgili iddiaları ise "süreci sabote etmeye yönelik yalanlar" olarak nitelendirdi.
Aslında bu tartışmalar Türkiye'nin kentsel dönüşüme yönelik geçirdiği evrelerin bir tekrarı niteleğinde. 2012 yılı Mayıs ayında kabul edilerek yürürlüğe giren 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun riskli yapıların belirlenmesi ve gerektiği takdirde kentsel dönüşümle sağlıklı yaşam çevrelerinin inşa edilmesi meselesini düzenlemekteydi. Dönemin CHP yönetimi yine günümüzdeki eleştirilerine benzer bir şekilde ilgili Kanun'a karşı çıkarak iptal edilmesi için Anayasa Mahkemesine gitmişti. Vatandaşın bu Kanun'la mülkiyet ve barınma hakkının yok sayıldığı iddiasını ileri süren CHP, yerel yönetimlerin yetkilerinin merkezi hükümete devredildiği ve beraberinde işlevsiz kılındığı düşüncesini savunmaktaydı. Fakat 2010 yılında kabul edilen bir diğer yasal düzenlemeyle belediyelerin "eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, … veya deprem riskine karşı tedbir almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri" uygulayabileceği hali hazırda kanunlaşmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 6306 sayılı Kanun esas alınarak 2012 yılından günümüze 2 milyon 200 bin bağımsız bölümün dönüşümünün tamamlandığını ve bu süreçte kentsel dönüşüme 480 milyar liralık kaynak harcandığını ifade ederek yasanın işlevselliğini rakamlar üzerinden ortaya koydu. Bu rakamlar yeni Kanun'un öngördüğü faydalarla birlikte hiç şüphesiz ivme kazanarak yükseliş göstereceğe benziyor. Öte yandan bu durumun bir mülksüzleştirme perspektifinden okunması pek mümkün değil. Çünkü söz konusu her iki yasada da maliklerinin büyük çoğunluğunun rızası aranmakla birlikte, merkezi hükümetin sosyal destek programlarıyla ilgili süreci vatandaş lehine kolaylaştırma gayreti içerisinde olduğu görülmektedir. Bununla beraber vatandaşın riskli ilan edilen yapılarda ikamete devam etmesi ise yüzölçümünün yüzde 66'sı deprem kuşağında yer alan bir ülkede haklı bir alternatif seçenek olarak ileri sürülemez.
İstanbul ve Kentsel Dönüşüm'de "Fetret Devri"
Şüphe yoktur ki tam anlamıyla sağlıklı bir kentsel dönüşümün gerçekleşmesinde yerel yönetim birimlerine de büyük görevler düşmektedir. Fakat mevcut İBB yönetiminin kentsel dönüşüm konusunda sorumluluklarını hakkıyla yerine getirip getiremediği büyük bir soru işareti olarak ortada durmaktadır. Göreve gelmeden önce seçilmesi halinde 100 bin deprem konutu inşa edeceği vaadini veren mevcut İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun görev başında geçirdiği sürede KİPTAŞ aracılığıyla teslimini gerçekleştirebildiği konut sayısı vadedilenin çok altında, 1300'lerde kaldı. Üstelik bu sayının önemli bir kısmı kendine bir önceki AK Parti döneminde yapımına başlanmış, büyük oranda veya tamamen yapımı tamamlanmış ve yalnızca teslimi yapılmış konutlardan oluşmakta.
Öte yandan İBB bütçesinin 2018'de %5,5'lik kısmı kentsel dönüşüme ayrılmışken, bu rakam 2021'de %0,89, 2022'de %1,13 ve 2023'te ise %1,59'a kadar düştü. İBB 2022 faaliyet raporunda ise 2 bin 283 konut inşaatının devam ettiği belirtilmiş, bunun dışında kentsel dönüşüm hakkındaki etkinlikler kapsamında 13 bin 479 kişiyle telefon, mail ve yüz yüze görüşmelerle etkileşim gerçekleştirildiği ifadeleri yer almıştır. Seçimlerden önce İstanbul'un kaybedecek tek bir saniyesinin dahi olmadığını söyleyen İmamoğlu'nun beş yılın sonuna doğru ortaya koyduğu performans tablosuna bakıldığında, söz konusu yılların bir kayıp olarak geçtiği rahatlıkla ifade edilebilir.
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2019'dan günümüze kadar geçen süredeki İstanbul'un ahvalini "Fetret Devri" olarak tanımladı. Bu tanımlamanın içeriğini ise mevcut yönetiminin kente hak ettiği değeri vermemesi ve hizmet götürememesi oluşturmakta. Erdoğan'ın Fetret Devri vurgusu hiç şüphesiz kendi İstanbul belediye başkanlığından beridir süregelen 30 yıllık bir belediyecilik anlayışını içerisinde barındıran bir noktadan gerçekleşmektedir.
Belediyecilikte Erdoğan Ekolü
Erdoğan'ın 1994-1998 yılları arasında İBB Başkanı olarak görev aldığı dönem literatürde dayanışmayı kurumsallaştıran sosyal belediyecilik anlayışı şeklinde ele alınıyor. [1] O döneme kadar özellikle henüz 10 yıllık bir maziye sahip olan büyükşehirlerde bir yandan projecilik diğer yandan yatırımcılık gibi iki farklı anlayış yer almaktaydı. Bu anlayışlar kentteki artan nüfus yoğunluğunun beraberinde getirdiği sosyal tabakalaşma neticesinde ortaya çıkan kentli ama yoksul sınıfların büyükşehir yönetimlerinden hizmet alamamasıyla sonuçlanıyor, projeler daha çok orta ve üst kesimlere yönelik sınırlı düzeyde gerçekleştiriliyordu.
Erdoğan'ın Refah Partisi adayı olarak İstanbul'u kazanması her ne kadar farklı çevrelerce "korkutucu" bir senaryo olarak adlandırıldıysa da devam eden genel seçimlerde RP'nin oylarının yükselişi, vatandaşın fikrinin aksi yönde olduğunu kanıtlamaktadır. Dönemden günümüze miras kalan ihtiyaç sahibi vatandaşlara yapılan yardımlar, okul malzemeleri dağıtımı, gençlere burs desteği, yaşlı, kadın ve çocuklara yönelik sosyal belediyecilik faaliyetleri o zamanlar oy devşirme teknikleri olarak yorumlanmış fakat günümüzün tüm çevrelerce sürdürülen değişmez pratikleri haline gelmiştir.
Yine o dönemde İBB'nin sosyal konut projeleri gerçekleştirdiği ve 3592 konutun vatandaşa teslim edildiği görülmektedir. Sonraki dönemlerde İstanbul yönetimi bu eksende devam etmiş ve ilgili faaliyetlerle hizmet belediyeciliği nosyonu günden güne görünürlük kazanmıştır. İlgili nosyonun diğer partiler tarafından sürdürülen seçim propagandalarına da sirayet ettiği gözlemleniyor.
Buradan Fetret Devri'ne geçiş ise sosyal belediyecilikle tek başına açıklanamayacak bir süreç. Fetret Devri'nin ortaya çıkışı yöneticilerin icraatci kimliğinin yokluğunu gerektiriyor. Fetret Devri tam da yönetimin bu çok katmanlı yapıdaki başarısızlığını tasvir eden bir kavram. Sosyal belediyeciliğin, vatandaşa hizmet belediyeciliğine dönüşebilmesi için icraatçi kimliği olan bir yönetim gereklidir. Mevcut İBB yönetimi ise icraat konusunda kendi vadettiğinin çok altında bir seviyede performans göstererek daha çok genel siyasetteki polemikler üzerinden meşruiyet devşirmeye odaklı bir çizgide hareket etti. Hal böyle olunca kentin işleyişinde ortaya çıkan problemler günden güne sıklaştı. Fakat daha da önemlisi kentin geleceğe hazırlanması. Bu bağlamda İstanbul'un vakit kaybetmeden vatandaşa hizmet belediyeciliği çizgisine dönmesi gerekmektedir. Bu konuda da en temel ihtiyacın sağlıklı ve mümkün olan en etkin biçimde gerçekleştirilecek kentsel dönüşüm faaliyetleri olduğunu tekrar tekrar vurgalamak gerekiyor.
[1] Sema Erder ve Nihal İncioğlu, Türkiye'de Yerel Politikanın Yükselişi: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Örneği, 1984-2004. (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2013).