Son dönemlerde hem dünyada hem ülkemizde sağlıkta şiddet konusu yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Öte yandan ülkemizde, yaşanan şiddeti engellemek için adli ve idari pek çok önlem alınmakta, geçtiğimiz günlerde hayata geçirilen "Beyaz Reform" uygulaması gibi çalışma koşullarının iyileştirilmesine yönelik ciddi adımlar atılmaktadır. Buna karşın ne yazık ki gerek dünyada gerekse ülkemizde alınan bu ve benzeri önlemlerin şiddeti azaltmada güçlü bir etkiye sahip olmadığı görülmektedir. Bu durum ise alınan tüm önlemler, kapsamlı reformlar ve sektörel iyileştirmelerin farklı alanlarda yapılacak çalışmalar ile desteklenmesi gerektiğine işaret etmektedir.
Bu noktada ilk olarak yapılması gereken, sağlıkta şiddet meselesinin daha geniş bir perspektiften değerlendirilmesidir. Ancak bugün kamuoyunda devam eden tartışmaların çerçevesi, daha çok sağlık sektöründeki sorunlar ile sınırlandırılmakta, yaşanan şiddetin çok katmanlı yapısı göz ardı edilmektedir. Bu yaklaşım ise konunun tam olarak anlaşılmamasına ve üretilen veya talep edilen çözümlerin beklentileri karşılayamamasına sebep olmaktadır. Dolayısıyla meselenin yalnızca sağlık sistemi özelinde ele alınamayacağı fark edilmeli, sorunun başta toplumsal bağlam olmak üzere farklı açılardan tartışılması gerekmektedir.
Göz Ardı Edilen Nedenler
Sağlıkta şiddet meselesini toplumsal şiddetten ayrı değerlendirmek mümkün değildir. Nitekim yapılan çalışmalar, aile içinde, iş ortamında, özel ve kamusal alanların hepsinde şiddet olaylarının küresel anlamda artış içerisinde olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda bireylerin çoğu zaman bir sorun çözme yöntemi olarak şiddete başvurması, şiddetin temel sebebi olarak dikkat çekmektedir. Bu açıdan düşünüldüğünde sağlıkta şiddet, daha çok sosyal/toplumsal açıdan değerlendirilmesi gereken bir sorundur.
Bu noktada sağlıkta yaşanan şiddetin en önemli sebebi, sosyal iletişim ortamının probleme açık bir yapıya sahip olmasıdır. Özellikle sağlık çalışanlarının çoğunlukla zor durumda, panik halinde ve olumsuz duygu durumu içinde olan hasta ve hasta yakınları ile iletişim içerisinde olması, sosyal iletişim ortamının gerginleşmesini kolaylaştırmaktadır. Bunun yanı sıra bireylerin duygu durumlarını kontrol edememesi ve sağlık iletişim kuramaması, bu ortamın daha gergin ve şiddeti tetikleyen bir duruma dönüşmesini kolaylaştırmaktadır. Dolayısıyla sağlıklı iletişim kuramayan veya duygularını kontrol edemeyen bireyler, sorunlarını çözmek veya reaksiyon göstermek adına şiddete başvurmakta ve sağlık çalışanları bu şiddetin mağduru haline gelmektedir.
Sağlıkta şiddetin bir diğer toplumsal sebebi, şiddetin internet ve sosyal medya aracılığıyla yaygınlaşması ve sıradanlaşmasıdır. Özellikle medya ve sosyal mecralarda yer alan şiddet haberleri ve videoları, bir noktada bu şiddetin normalleşmesine, uygulanan şiddete yönelik duyarsızlaşmaya neden olmaktadır. Bu da sosyal öğrenme aracıyla şiddetin sıradanlaşması ve yine şiddete yönelik zihinsel fren mekanizmalarının aşınması anlamına gelmektedir. Nihayetinde sosyal öğrenme aracılığıyla şiddet eğilimi artabilmektedir.
Mesleki Statüdeki Dönüşüm
Diğer taraftan hastane ve doktorların toplumsal statüsünde bir dönüşüm yaşandığını söylemek mümkünüdür. Bilhassa özel hastanelerin artması, toplumsal algıda sağlık kurumlarının ticari bir kimliğe bürünmesine sebep olabilmektedir. Dolayısıyla sağlık hizmetleri, ücret karşılığında sunulan ticari bir alışveriş olarak algılanmaktadır. Böylelikle doktorların nitelikli, güvene dayalı ve özel olan mesleki statüsü kaybolmakta, hasta-doktor ilişkisinin yerini müşteri-çalışan ilişkisi almaktadır. Bu durum hastanın, verdiği paranın karşılığını en iyi şekilde alma beklentisi içine girmesine; beklentisinin karşılanmaması durumunda ise reaksiyon göstermesine neden olabilmektedir.
Buna paralel olarak internet vasıtasıyla oluşan bilgi kirliliği de sağlık mesleklerinin statülerine zarar vermektedir. Öyle ki niteliksiz tıbbi bilgiye rahatlıkla erişebilen hasta veya hasta yakınları, hastalığın tanısı ve tedavisiyle ilgili fikir sahibi olduklarına inanmaktadır. Bunun neticesinde başta doktorlar olmak üzere sağlık çalışanları tarafından yürütülmesi gereken sürece müdahil olabilmekte ve süreci yönlendirmeye çalışabilmektedir. Bu durum ise doktor ile hasta arasındaki iletişime zarar vermektedir.
Önlemler ve Beyaz Reform
Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de sağlıkta şiddeti engellemek için birçok idari ve adli önlemler alınmıştır ve alınmaya da devam etmektedir. Bu kapsamda çalışan güvenliğinin sağlanmasına ilişkin ilk mevzuat çalışması 2009 yılında yapılmıştır. Bu çalışmayla hastanelerde güvenlik, resmi kolluk kuvveti veya özel güvenlik personeli ve güvenlik kamerası desteği sağlanacağı belirtilmiş; hastanelerde personel harici girilemeyecek yerlerde tedbirler artırılmıştır. 2011 yılında sağlık kurumunda hasta ve çalışanlar için muhtemel risklerin belirlenmesine, bu risklerin giderilmesi için uygun yöntem ve tekniklerin belirlenmesine yönelik düzenleme yapılmıştır. 2012 yılında Beyaz Kod uygulaması devreye sokulmuştur. Yine sağlık çalışanlarına iletişim becerileri, öfke kontrolü, şiddet olaylarına karşı tedbir alma eğitimi verilmiştir. Aynı zamanda şiddete uğraması halinde, sağlık çalışanlarına hizmetten çekilme hakkı tanınmıştır. Ulusal düzeyde "Şiddete Sıfır Tolerans" kampanyası başlatılmıştır.
Yakın zamanda ise sağlık çalışanlarına yönelik kasten yaralama suçlarında tutuklu yargılamayı sağlayan, sağlıkta kamu hizmetini engelleme suçunu ise daha ağır cezaya çarptıran kanun maddesi kabul edilmiştir. Kanuna göre sağlık çalışanlarına açılan malpraktis davalarındaki olası tazminatları ise kasıt olmadığı sürece devletin ödemesi kararlaştırılmıştır.
Bu tedbirlerin yanı sıra hem çalışma koşullarının hem fiziki şartların iyileştirilmesi, şiddetin önüne geçme noktasında önem taşımaktadır. Hâlihazırda uygulamaya konulan Beyaz Reform ise söz konusu koşulları iyileştirmeye yönelik bir adım olarak ön plana çıkmıştır. Bu bağlamda performansa göre ek ödeme yönetmeliği kaldırılmış, ödül ve teşvik esaslı yeni bir modele geçilmiştir. Asistan hekimlere ayda en fazla 8 nöbet verilmesi kararlaştırılmıştır. Son olarak Beyaz Reform kapsamında Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği yayınlanmıştır.
Sonuç olarak Türkiye, son 20 yılda sağlık alanında yaptığı büyük atılıma ek olarak adli ve idari alandaki kapsamlı düzenleme ve reformlarla gerekli adımları atmış ve atmaya da devam etmektedir. Ancak tüm bu adımlar, sağlıkta şiddeti engellemek adına tek başına yeterli değildir. Bu sebeple adli ve idari önlemlerin yanı sıra sağlıkta şiddet probleminin toplumsal bağlam üzerinden ele alınması ve bu açıdan çözüm geliştirilmesi önem arz etmektedir. Nitekim yapılan araştırmalar, şiddet uygulayan kişilerin sosyo-kültürel seviyesinin düşük olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla şiddet vakalarının düşmesi sosyo-kültürel seviyenin ve toplumsal bilincin artırılması ile mümkündür. Bu ise uzun vadeli bir süreç olup ancak toplumsal eğitim ve kampanyalar ile başarılabilir. Söz konusu süreçte ise özellikle doktorlar başta olmak üzere sağlık çalışanlarının maddi ve manevi açıdan mesleki statülerinin iyileştirilmesine ve yine mesleki saygınlıklarının korunmasına yönelik çalışmalar muhakkak devam etmelidir.