Bir haftadır, Türkiye'nin Suriye politikası, Hatay'daki sığınmacılar üzerinden tartışılıyor. Her gün farklı bir ulusal medya organı, Hatay'daki sığınmacıların maruz kaldığı ya da yol açtığı sorunlar üzerinden, hem Türkiye'nin Suriye politikasını hem de Suriyeli sığınmacılara yönelik uygulamalarını sorunsallaştıran yayınlar yapıyor. Yayınlar, aslında kategorik olarak birbirinden farklı ve resmin doğru anlaşılması için mutlaka birbirinden ayrıştırılması gereken birçok meseleyi aynı anda konu ediniyor. Hatay'da gerçekten neler olduğunu veya Hatay üzerinden aslında ne yapılmak istendiğini daha açık bir şekilde anlamak için, özensiz veya maksatlı olarak, aynı havuza doldurularak verilen haberleri, en az üç kategori üzerinden ayrıştırmakta yarar var.
Bu haberleri üç kategori üzerinden ayrıştırmadan önce, Türkiye'nin Suriyeli sığınmacılara kendi topraklarını açmasının, Türkiye'nin Suriye politikasından bağımsız bir şekilde, Suriye ile sınır komşusu olması hasebiyle, insani ve vicdani bir yükümlülük taşıdığını vurgulamak gerekir. Türkiye, 1991'de Saddam zulmünden kaçan beş yüz bin peşmergeye açtığı sınırlarını bugün de Esat zulmünden kaçan Suriye halkına açmaktadır. Haberlere konu olan sığınmacıların çoğu, arkalarında ölü, yaralı veya kayıp aile fertlerini ve bütün mal varlıklarını bırakarak vatanlarını terk etmek zorunda kalan ve çoğunluğunu kadın, çocuk ve yaşlıların oluşturduğu kişilerden oluşuyor. Daha düne kadar hali vakti yerinde olan insanlar, onurları pahasına çadır kentlerde karavanaya talim etmek zorunda kalıyorlar.
Hatay, 30 bin civarında sığınmacının başka yere nakledilmeden önce bir süre durakladığı, 10 bin civarında sığınmacının çadır kentlerde barındırıldığı, 3 bin civarında Suriye vatandaşının da pasaportla giriş yapıp turist statüsünden yararlanarak il-ilçe merkezi ve köylerde ikamet ettiği bir şehir. Kampta kalmak yerine kiraladığı konutlarda ikamet eden Suriyelilerin görece fazlalığı, savaş öncesi dönemde Hatay ile Suriye arasında yoğun olarak sürdürülen ailevi ve ticari ilişkilerin, Hatay'ı Suriyeliler açısından tanıdık kılmasından kaynaklanıyor. Hatay'daki sığınmacılara ilişkin haberleri değerlendirirken, bu bilgiyi, trajediyi ve vicdani sorumluluğu unutmamakta yarar var.
Hatay gerçeği
Hatay'daki sığınmacıların yaşadığı veya yol açtığı sorunlarla ilgili haberlerin önemli bir kısmını, kültürel farklılığın yol açtığı toplumsal uyuşmazlıklar başlığı altında değerlendirmek mümkün. Gündelik yaşam içinde, sağlık, ulaşım, alışveriş, vb. ihtiyaçlar esnasında, Suriyeli sığınmacıların maruz kaldığı veya yol açtığı birçok sorunun, esasında giyim-kuşamdan yeme-içme kültürüne, hayatın birçok alanında ortaya çıkan kültürel farklılığın yol açtığı rahatsızlıklarla ilgili olduğunu vurgulamak gerekir. Bu rahatsızlıklar bazen yerel kamu görevlileriyle kamptaki sığınmacılar, bazen de yerli halkla Hatay'da ikamet izni verilen Suriyeliler arasında yaşanıyor.
Hatay'da yaşanan somut olayları konu ettiği ölçüde bu haberlerin anlamlı bir kamusal sorumluluk örneği sergilediğini söylemek gerekir. Bu haberler hükümeti ve yerel kamu görevlilerini, toplumsal uyuşmazlığın sonuçlarını minimalize edecek tedbirler almaya sevk ettiği ölçüde, hem sığınmacıların hem de yerli halkın huzurunu arttıran bir işlev görür.
Hatay kurgusu
Hatay'ı konu alan ikinci kategorideki haberler, toplumda karşılığı olan ideolojik ve siyasi ön yargılara hitap eden ve farkında olarak veya olmayarak toplumsal barışı bozma riski doğuran iddiaları konu alıyor. Geniş bir yelpazeye yayılan bu haberlerin ortak noktası ve dili, yaşadıkları trajedi dolayısıyla Türkiye'ye sığındıklarını görmezden gelerek, sığınmacılara özsel bir kötülük, art niyet ve bozgunculuk atfetmeleridir. Bu haberler, sığınmacıları bazen Hataylıların huzur ve emniyetini tehdit eden holiganlar olarak (sipariş verip hesap ödemeyen, hırsızlık yapan, vs), bazen de 28 Şubat sürecinde gına gelecek şekilde örneklerini yaşadığımız ve çok şükür ki artık geride bıraktığımız şeriat tehlikesini tekrar hortlatan fundamentalistler (uzun sakal-kısa bıyık, çarşaf, vs.) olarak tasvir ediyor.
Bu son örneğin toplumu yeterince tedirgin etmediğini varsayan bazı haberler ise, el-Kaide militanlarının Hatay sokaklarında bir tehdit unsuru olarak serbestçe dolaştıklarına dair iddiaları (örneğin 'Hatay Peşaver olacak' ve 'küresel cihatçılar Hatay'da' başlıklı haberler), yine bazı söylentilere dayandırarak dillendiriyorlar. Bu arada bu tür haberlerin neredeyse tamamının, ilgili kesimlerle görüşülmeden, 'ileri sürülüyor', 'iddia ediliyor', 'dillendiriliyor' gibi yüklemlerle yazıldığının ve dolaşımda tutulan bir kaç fotoğrafın bütün gazeteler tarafından paylaşılarak verildiğinin altını çizmek gerekir.
Bu kategori altındaki haberlerin en vahimi ise, Baas rejimi ile Suriyeli muhalifler arasında savaşın başlarında tedavülde olmayan ama Esat'ın usta politikalarıyla artık maalesef daha fazla kendine yer bulan mezhepsel ayrışma zeminine yaslanarak, Sunni sığınmacıların Nusayri Esat'la kapatamadıkları hesapları Hatay'daki Nusayri/Alevi vatandaşlarımızdan çıkarmayı ciddi ciddi kafaya koydukları ve Hatay'daki Nusayrilerin de bu durumdan tedirgin oldukları yönündeki söylenti/iddialarla ilgilidir. Muhaberat'la içli dışlı bazı yerel radikal sol örgütler marifetiyle aylar önce sosyal medyada ve Hatay sokaklarında dillendirilen birkaç söylentinin doğrulatılma ihtiyacı hissedilmeden ve yol açabileceği muhtemel tahripkâr sonuçlar gözetilmeden ulusal medyada da bugünlerde rahatlıkla yer buluyor olması vahimdir. İçinde bulunduğu zor durumdan sorumlu tuttuğu Türkiye'ye bedel ödetme amacıyla Baas rejiminin ihraç ettiği bu söylentilerin kaygısızca dolaşımda tutulması toplumsal barışı zedelemektedir. Bu söylentiler, Hatay'daki bir kısım vatandaşımızı hem tedirgin etmeyi hem de ötekileştirmeyi amaçlamaktadır.
Bu ikinci tür haberlerin, sadece Hatay'a odaklanarak, Suriyeli sığınmacılara ev sahipliği yapan Kilis, Şanlıurfa, Gaziantep gibi illeri konu edinmemesi, hedefin doğrudan Hatay sosyolojisi olduğunu göstermektedir. Sığınmacıların mezhepsel kimliği üzerinden, Hatay'daki mezhepsel farklılık bir ayrışma unsuru haline getirilmek istenmektedir. Bugüne kadar, Hatay'a hoşgörü kenti sıfatı kazandıran farklılıkların, ayrımcılık üzerinden Hatay'ı kaosa sürüklemesi planıdır bu. Ulusal medyada yer alan haberler, kamplaştırıcı iddia ve söylentilere çanak tuttuğu ölçüde, maalesef ayrımcılığı tetikleyici bir işlev görmektedirler.
Medyaya kamusal sorumluluk hatırlatmasında bulunmak amacıyla, Hatay sosyolojisinin özgünlüğüne ve kırılganlığına örnek olmak üzere, Hatay'daki Alevi ve Sünni vatandaşlarımızın varlığına verilen referanslar da maalesef aynı kalemler tarafından ayrımcılıkla suçlanabilmektedir. Ayrımcılığı tetikleme tehlikesine karşı yapılan uyarıların da ayrımcılıkla suçlanabiliyor olması, Hatay'daki durumun nazikliğini ve ciddiyetini de, Hatay üzerine kurgulanan operasyonun profesyonelliğini de ortaya koyuyor. Hatay'daki sığınmacılarla ilgili üçüncü kategorideki haberler ise, Türkiye'yi uluslararası kamuoyu nezdinde zora sokmayı amaçlamaktadır. Türkiye'nin Hatay'daki kamplarda Suriyeli muhaliflere askeri eğitim verdiği, ambulanslarla Suriye'ye silah taşındığı, Türkiye'nin Suriye'ye savaşmaya giden el-Kaide üyelerine izin verdiği, vb. haberleri bu başlık altında toplamak mümkün. Herhangi bir kanıta dayanmadan yapılan bu haberler de, Suriye'de dökülen kandan Türkiye'yi sorumlu tutmaya yönelik Baas iddialarına 'yerli muhbir' statüsünde destek sunma işlevi görüyor.
Haberlerin yansımaları
Yukarıda ayrıştırmaya çalışılan bu üç kategorideki haberler içinde, sadece ilkinin Hatay'da gerçekten yaşanan durumu yansıttığını söylemek mümkün. Yerel resmi mercilere yansıyan 150 civarındaki şikâyet de bu ilk kategorideki haberlerle ilgili. Orta ölçekli bir yerleşim biriminde, yoğun bir yabancı nüfusun yerli nüfusla temas etmesi sonucunda bu sorunların yaşanması da normal. Hatta mevcut akrabalık bağlarının ve savaş öncesi koşullardaki ticari ilişkilerin mümkün kıldığı tanışıklığın, bu yoğun nüfus akışının yol açabileceği muhtemel daha ciddi problemlerin yaşanmasını engellediği bile söylenebilir. 1991'de Saddam zulmünden kaçan Kürtlerin, Türkiye'de yaşadığı ve yaşattığı sıkıntılar hatırlanırsa, birtakım uyuşmazlıkların yaşanmasının ne kadar doğal olduğu daha iyi anlaşılır. Ancak, bu, hükümetin ve yerel idarenin yaşanan sıkıntıları minimuma düşürmeye yönelik çabalarını sürdürmesi gerekliliğini ortadan kaldırmıyor. Medyada yer alan haberler bu amaca hizmet ettiği ölçüde, her türlü takdiri hak ediyor.
Yine de, Türkiye'nin ve Hatay'ın dayanışma seferberliğinin örneklerini ve sığınmacıların trajedilerini es geçerek, sorunları mercek altına almayla sınırlı medya tutumunu sorunsallaştırmak gerekir. Birçok araştırmada ortaya çıktığı üzere, farklılıklara yönelik hoşgörü eşiğimizin zaten yeterince düşük olduğu ortada iken, Hatay'daki gurur verici dayanışma örneklerini görmezden gelmek kamusal sorumlulukla bağdaşmıyor. İki farklı tutumdan sadece birini görmek gazetecilik refleksiyle değil ancak siyasi tutumla açıklanabilir. Sadece sorunları dillendirmeye hasredilen habercilik, gazetecilik dürtüsüyle değil siyasi tutumuyla bir tercihte bulunuyor. Bu tercih, birinci kategorideki habercilik tarzında, olumlu gelişmelere gözünü kapatarak sadece eksiklikleri görmeyi sağlarken, ikinci ve üçüncü kategorideki haberlerde, birden çok aktörün birlikte tezgâhladığı bir operasyonun merkezinde yer almasını sağlıyor.
İkinci ve üçüncü kategorideki haberler ise, Hatay'daki durumu yansıtmak yerine Hatay için ve Hatay üzerinden Türkiye için yazılan profesyonel bir senaryoya dayanıyor. Senaryo, gerçek durumu yansıtan sosyal uyuşmazlığı elverişli bir zemin olarak değerlendirip uyuşmazlıktan komplo üretmeyi, mevcut siyasal ihtilaflar ve toplumsal fay hatları üzerinden de bu komployu hayata geçirmeyi hedefliyor.
Sağduyu ihtiyacı
Bağlamları, doğaları, amaçları ve yol açtıkları sonuçlar itibariyle farklı oldukları halde bu üç kategorideki haberlerin birleştirilmesi; doğrunun yanlıştan, kamusal sorumluluğun beşinci kol faaliyetinden ayrışmasını da engelliyor. Aynı bağlam içinde yer verilerek oluşturulan kampanya, Baas rejiminin uyuyan hücreleri ile savaş karşıtları, Türkiye'nin Suriye politikasını eleştiren aydınlarla Ergenekoncular, CHP ile İşçi Partisi, Türkiye'yi korumak isteyenlerle terbiye etmeyi amaçlayanlar arasındaki ayırımın flulaşmasına yol açıyor.
Bu fluluk ortadan kaldırılmadıkça, Türkiye'nin son yıllarda karşılaştığı en geniş, en dinamik, en tahripkâr kampanya ile mücadele etmek zor görünüyor. Bu kampanya, varsayıldığı gibi, ne sadece Türkiye'nin Suriye politikasındaki kararlılığını tökezletmeyi, ne sadece bölgesine müdahil olmaya başlayan Türkiye'yi terbiye etmeyi, ne sadece AK Parti'nin iktidar iradesini ve toplumsal desteğini zayıflatmayı, ne de sadece Türkiye'nin toplumsal barışını bozmayı hedef alıyor. Maalesef, aynı anda bunların tamamını hedef alıyor.
Dolayısıyla, bu kampanya, son zamanlarda AK Parti karşıtlığını varlık sebepleri haline getirenlerin varsaydığı gibi AK Parti'yi zayıflatıp diğer bütün riskleri elimine etmekle sonuçlanmayabilir. Türkiye'nin CHP'yi Baascı bir pozisyona sürüklemekten bir çıkarı olmadığı gibi, AK Parti Hükümetini Suriye'deki savaşın muharip bir tarafı olarak konumlandırmaktan da çıkarı yok. Bu nedenle, AK Parti'nin de, son bir-iki haftadır Türkiye'nin Suriye politikasına yönelik dile getirdiği iddialarla merkez parti olma vasfından uzaklaşan CHP'nin de, sorumluluk sahibi ve sağduyulu bütün çevrelerin de, henüz yol yakınken, Türkiye'nin huzur ve istikrarını hedef alan bu kampanyanın etki gücünü ciddiye alıp kendisini yeniden konumlandırmasında yarar var.