Türkiye,15 Aralık'tan bu yana, BDP'nin yarattığı gündemi tartışıyor. Bu gündem, birbirinden bağımsız iki ana başlıktan oluşuyor. Birincisi, BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın 15 Aralık'ta, devletin yasal ve anayasal adımlarını beklemeden BDP'nin Kürtlerin yaşadığı tüm bölgelerde yaşamın tüm alanlarında iki dilli hayatı hâkim kılacağına dair yaptığı açıklamadır. İkincisi, Demokratik Toplum Kongresi (DTK)'nin 18-19 Aralık'ta gerçekleştirdiği "Demokratik Özerklik Çalıştay"ı sonrasında kamuoyuna ilan ettiği "Demokratik Özerk Kürdistan İnşası" taslağıdır. Her iki gündem maddesinin içerdiği insani ve meşru talepler, BDP ve DTK tarafından, kamuoyunu kışkırtacak, meydan okuma algısı oluşturacak bir tarzla gündeme sokulmuştur. İki dilli yaşam talebi, TBMM kürsüsünde Kürtçe konuşularak; özerklik tartışmaları da öz savunma gücü, ayrı resmi dil ve ayrı bayrak gibi talepler üzerinden sağlıklı ve serinkanlı biçimde tartışılamaz hale getirilmiştir. Asgari bir siyasal rasyonalite, bu taleplerin gündeme getiriliş tarzının ve içeriğinin, BDP ve temsil ettiği kitleye hiçbir bir siyasi kazanç sağlamadığını ve sağlamayacağını ortaya koymaktadır. Nitekim zamanlama, içerik ve üsluptaki yanlışlıklar, her iki başlık altındaki taleplerin de Türk kamuoyunda bölünmenin ve ayrışmanın bir işareti olarak algılanmasına yol açarak, demokratik tartışma zemininin daralması ve bu taleplerin bundan sonra da bölücülük parantezinde ele alınması riskini doğurmuştur. Böylece, Kürt sorununda yol alabilmenin nesnel asgari zeminini oluşturan Türklerin, Kürtlerin taleplerini bölünme endişesi saymaması dengesini bozmuştur.
İki dillilik ile özerklik tartışmaları ayrıştırılmalı
Öncelikle,bir arada tartışılarak birincisi üzerinden ikincisine meşruiyet devşirilen bu iki başlığın birbirinden ayrıştırılarak tartışılması gerekir. İki dilli yaşam talebi, BDP'nin üslup ve uygulamalarındaki yanlışlardan arındırıldığında, esasında, insani ihtiyaçlara dayanmakta, bir hakkın teslimini ifade etmekte ve psikolojik düzlemde ayrışan toplumun gerilimini alarak kaynaşmasına hizmet etmektedir. Resmi dilin ve hâkim piyasa dilinin Türkçe olduğu gerçeği gözönünde bulundurularak iki dilli yaşam talebi değerlendirildiğinde, orta ve uzun vadede bu uygulamanın Kürtlerin aidiyet duygularını güçlendireceği açıktır. Demokratik özerklik taslağı üzerinden tartışmaya sokulan başlıklar ise ne doğal bir ihtiyaca dayanmakta ne de bir arada yaşama pratiğini güçlendirici bir sonuca yol açmaktadır. Türkiye'nin, kamu idare reformu ihtiyacı içinde olduğu yıllardır dile getirilmektedir. Bu ihtiyaç, başkanlık sistemine geçilmesinden yerel yönetimlerin güçlendirilmesine dek kamu idaresinin her alanı için dillendirilmektedir. Esasında, kışkırtıcı ve anlamsız başlıklar çıkarıldığında, Öcalan'ın ve DTK'nın gündeme taşıdığı demokratik özerklik kavramsallaştırması da özü itibariyle kamu idare reformu arayışının bir parçası olarak değerlendirilebilir. Ancak meseleyi, bu bağlamda ele almaktan kaçınarak, Öcalan'ın bağımsızlık fikrinden vazgeçişini, onurlu bir geri çekilmeye çevirmek için sarıldığı "demokratik özerklik" gibi kışkırtıcı bir başlık altında tartışmak bile, başlı başına sonuç almayı zorlaştıran bir etkiye yol açmıştır.
Tartışmaların üslubu ve içeriği çözümsüzlüğe hizmet ediyor
DTK'nın taslağında, isimlendirme ile başlayan sonuç almama kararlılığı, içerikle de desteklenmektedir. Taslakta yer alan öz savunma gücü meselesi, özellikle üzerinde durulmayı haketmektedir. Öz savunma gücü, taslakta, Öcalan'ın ilk açıklamasından sonra yanlış anlaşıldığını söyleyerek tashih ettiği cümlelerde geçen kelimelerden türetilen uzunca bir paragrafla anlatılmakta, ancak tam olarak ne ifade ettiği somutlaşmamaktadır. Öz savunma gibi, ilk anda askeri bir örgütlenmeyi çağrıştıran bir isimlendirmenin, askeri bir örgütlenmeyi işaret etmediği iddia edilerek ve aslında ne ifade ettiği bir türlü açıklanamayarak kullanılmaya devam edilmesinin meşru gerekçesi ne olabilir? Bu isimlendirmeden beklenen hangi kazanç, isimlendirmenin harekete geçirdiği teyakkuzu dengeleyebilir? Bayrak, mahalli örgütlenme, vb. ayrıntılara ve metin içindeki çelişkilere ve tutarsızlıklara girmeye gerek bile yok. Asgari bir sorumluluk anlayışıyla hareket edildiğinde, ilk somut beyan olması hasebiyle, Kürt siyasi hareketinin ayrışma yerine birlikte yaşama iradesini kayda geçirecek bir işlev görecekken, üslup, içerik ve zamanlama sabotajlarıyla ayrışma gizli niyetinin kanıtı olarak algılanan bu taslak, açıktır ki, çözüme değil çözümsüzlüğe hizmet etmiştir.
Meşru talepleri, gayrı meşru hale getirilmemeli
Hiç kuşku yok ki, Kürt meselesi, Türkiye'nin en önemli siyasi meselesidir. Son yıllarda özellikle demokratik açılım süreciyle, inkârın tanımaya dönüşmesine ve meselenin çözümü yolunda olumlu bir zemin oluşmasına rağmen, halen katedilecek uzun bir yol mevcuttur. Anayasadaki mevcut vatandaşlık tanımı ayrımcıdır ve Kürtler başta olmak üzere, Türkler dışındaki diğer vatandaşları yok saymakta ve dolayısıyla da rahatsız etmektedir. Kürtlerin kendilerini eşit vatandaş olarak algılaması ve aidiyet bağlarını güçlendirmesi için mevcut tanımın etnik temele referans vermeyen bir çözüme kavuşturulması gerekir. Dil meselesi, Kürt meselesinin kalbidir. Bir süredir, Kürtçeyi inkâr siyaseti bitmiş, engellerin çoğu kaldırılmış ve Kürtçe birçok alanda fiilen kullanılmaya başlanmıştır. Eğitim dahil olmak üzere, Türkçenin resmi dil statüsünün baki kalacağı bir formülasyonla, Kürtçenin kullanımı önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır. Devlet, sadece Kürtçenin değil, vatandaşlarının kullandığı bütün dillerin yaşamasının teminatı olmalıdır. Aynı şekilde, merkezi yetkilerin devri aracılığıyla yerel yönetimlerin güçlendirilmesi bir zorunluluktur. Bu mesele, yıllardır Türkiye'nin gündemindedir, bir an önce sonuca bağlanmalıdır.
Gerçekçi ve sorumlu arayışlara ihtiyaç var
Bütün bu meselelerin çözüm mecrası, demokratik tartışma ve demokratik siyaset zeminidir. Demokratik tartışma zemini, sorunların çözümü için en önemli teminattır ve silah seçeneğini gündemden kaldırmanın yegâne yoludur. Türkiye, bir süredir düşük yoğunluklu şiddet parantezinden sonra, zor da olsa bu yola girmiştir. Ancak, silahın yıllardır başaramadığı bölünme endişesini demokratik zemini sorumsuzca kullanarak tetiklemenin ve kamuoyunu, demokratik siyasetten umutsuzluğa kapılarak otoriter siyaseti arzulayacağı bir endişeye sürüklemenin, hem süre giden açılım zeminini hem de sorunun çözüm inisiyatifini baltaladığı açıktır. Özerklik, öz savunma gücü, ayrı bayrak, ayrı resmi dil tartışmaları, Kürt sorununun çözümü önünde yeni duvarlar inşa etmektedir. Yirmi yıldır siyaset yapan tecrübeli aktörlerin, ilk somut önerisinin bu denli genel, soyut, çelişkili, otoriter ve yer yer fantastik olması, aslında, Kürtlerin siyasal taleplerine yönelik hazırlıksızlıklarını ve sorumsuzluklarını ortaya koymaktadır. Varlığını, sorunu çözme amacına borçlu olan aktörlerin, sorunun çözümüne yönelik daha gerçekçi fikir ve modeller arayışında olmaları gerekmez mi?