Önümüzdeki günlerde gerçekleştirilecek Londra zirvesi ile NATO 70. yılını doldurmuş olacak. Bu kadar çok aktörün tarafı olduğu bir askeri ittifakın 70 yıl hayatta kalmış olmasının tarihte çok fazla örneği yok. NATO'nun üyelerinin konvansiyonel manada güvenliğini sağlama konusunda başarılı olduğu su götürmez bir gerçek. Örneğin üyelerinden hiçbirisi açık bir konvansiyonel saldırı ile karşılaşmadı ya da işgal edilmedi. Hatta işgal girişimine bile muhatap olmadı. Bunun en önemli nedeni NATO'nun caydırıcılığını sağlayan ve bir üyeye yapılan saldırıyı tüm üyelere yapılmış sayan 5 no'lu maddesi.
Özetle 70 yıl içerisinde NATO birçok sınamadan başarı ile çıktı. Bütün bu başarılı geçmişe rağmen bir süredir NATO'nun ciddi bir kriz içerisinde olduğu açık. Geçtiğimiz hafta Macron'un NATO'nun beyin ölümü gerçekleşiyor açıklaması ile ittifak içerisinde uzun dönemdir devam eden bu kriz ayyuka çıktı. NATO'nun geleceği, askeri harcamalar, NATO'ya yönelik öncelikli tehdidin ne olduğu konularında ittifak içerisinde ciddi fikir ayrılıkları söz konusu. Bu konularda ABD, Fransa, Almanya, İngiltere ve Türkiye gibi ittifakın önde gelen ülkelerin milli çıkar tanımlarına dayalı olarak farklı öncelikleri mevcut.
Esasında NATO içerisinde bu farklılıklar en başından beri vardı. Ama Soğuk Savaş sırasındaki açık Sovyet tehdidi bütün bu ayrılıkların aşılması konusunda ciddi bir motivasyon sağladı. Buna rağmen Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra NATO kendisine yeni bir misyon biçme ve bu misyonu tüm üyelerine kabul ettirme konusunda başarısız oldu. Konvansiyonel bir tehdide karşı kurulmuş olan NATO Sovyetler çöktükten sonra dişine göre bir tehdit bulamadı. Rusya ve terör gibi öne sürdüğü yeni tehditler konusunda ise ittifak içerisinde ortak bir tavır oluşturamadı.
Rusya ittifak içerisindeki bu krizi fırsata çevirerek 2008'den itibaren etki alanını genişletmeye başladı. 2008 Gürcistan müdahalesi, 2014 Ukrayna müdahalesi, Kırımın ilhakı ve 2015'te Suriye iç savaşına müdahale adımları arka arkaya geldi.
Diğer taraftan ittifakı kuran ve ittifakın en önemli unsuru olan ABD Obama'nın ikinci döneminden itibaren Suriye'de Rusya'ya alan açtı. Rusya esasında bütün bu adımları güçlü olduğu için değil NATO ittifakı kriz içerisinde olduğu ve ABD müsaade ettiği için atabildi.
Nihayetinde bugün geldiğimiz noktada Almanya ve Fransa NATO üyesi ülkelerin birçoğu Rusya ile derin ekonomik ve siyasi ilişkiler geliştirmelerine rağmen Suriye'de Rusya, Esed rejimi ve PKK karşısında yalnız bıraktıkları Türkiye'yi Rusya ile iyi ilişkiler geliştirmekle suçluyorlar.
Diğer taraftan aynı aktörler 15 Temmuz darbe girişiminde adet üç maymunu oynamakla kalmadılar aynı zamanda darbenin sorumlusu olan FETÖ üyelerine de iltica hakkı vererek koruma altına aldılar. Daha da garibi 11 Eylül sonrasında terörle mücadeleyi NATO'nun temel misyonlarından birisi haline getirmeyi savunanlar bugün Suriye'de bir terör örgütü olan PKK ile işbirliği yapmaktalar.
Bu çelişki en açık biçimde Macron'un "NATO'nun düşmanı Rusya ve Çin değil, terörle mücadeleye öncelik verilmeli" şeklindeki açıklamasında ortaya çıktı. Zira aynı açıklamada Macron kendisiyle açıktan çelişerek Türkiye'nin Suriye'de PKK'ya yaptığı müdahaleye karşı çıktı.
Dolayısıyla Macron "NATO'nun beyin ölümü gerçekleşiyor" açıklamasında pek de haksız sayılmaz. Ama bu beyin ölümünün sebebi çelişkiler yumağı bu politikaları sürdürme konusundaki ısrarlarıyla başta ABD olmak üzere Fransa, Almanya ve İngiltere gibi aktörler. Nihayetinde Suriye krizindeki Türkiye karşıtı ilkesiz tutumları ile bu ülkeler bugün gelinen noktanın esas sorumlularıdırlar.
Bu krizden çıkışın yolu ilkesel olarak kaynağı ne olursa olsun terörle mücadele konusunda ortak bir tavır alınması ile olur. Zira hem terörle mücadele edelim hem PKK'yı destekleyelim, hem demokrasiyi savunalım hem FETÖ'yü koruyalım, hem Rusya'yı tehdit olarak görelim hem de Rusya'ya Suriye'de alan açalım politikası bugün duvara toslamıştır.