16 Nisan yaklaştıkça gün geçmiyor ki bir Avrupa ülkesi Avrupa değerleri denilen ilkeleri ayaklar altına alan bir karara imza atmasın. Bu kararlara bakınca Avrupa'da bazı kesimlerin dengelerinin bozulduğu ve panik havası içerisinde hareket ettikleri görülüyor.
Almanya başta olmak üzere Avusturya ve Hollanda gibi ülkelerin medyası, siyasetçisi ve düşünce kuruluşları hep birlikte tüm diplomatik kuralları ve nezaketi çiğneyerek Türkiye'nin geleceğini belirleyecek olan bu referandumda doğrudan taraf olduklarına şahit olduk. Hatta bu ülkeler taraf olmanın çok ötesine geçerek Türkiye Cumhuriyeti hükümet üyelerinin söz konusu ülkelerde referandum kampanyası yapmasını sudan bahanelerle engellediler. Diğer taraftan ise kendilerinin de terör örgütü olarak tanımladığı eli kanlı PKK uzantısı grupların hayır kampanyasına aktif olarak destek oldular.
Alman devlet televizyonu ARD Türkçe hayır kampanyaları başlattı. Rezalet öyle noktaya ulaştı ki bu kanalın bir muhabiri Cumhurbaşkanı'mız ile terör örgütünün sapık narsist liderini karşılaştıran bir habere imza attı.
Hollanda bu rezalet yarışında geri kalmaktan utanmış olacak ki ancak diplomatik kuralları tanımayan Taliban ya da DEAŞ tarzı rejimlerde görebileceğimiz bir şekilde müttefik bir ülkenin bakanını kaba bir şekilde sınır dışı etti. Tabii olay sadece bununla sınırlı kalmadı ve aşırı marjinal grupların ortalığı yakıp yıktığı olaylar sonrasında bile Türkiye'ye toplanma ve ifade hürriyetine saygı duymasını tavsiye eden Hollanda barışçıl bir şekilde protesto düzenleyen Türk kökenli Hollanda vatandaşlarını şiddet kullanmak suretiyle dağıtarak böyle bir özgürlüğün ancak işine geldiğinde meşru olduğunu ilan etmiş oldu.
İşin daha vahimi Avrupa Birliği ya da hiçbir Avrupa ülkesi bu durumu garipsemedi ve kınamadı. Daha da ötesi bazı Hollandalı Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin talebi üzerine Daily Sabah gazetesinin Avrupa Parlamentosu'nda dağıtımının yasaklanması kararı bütün bunların üstüne tüy dikmiş oldu. Daily Sabah gazetesinin Hollanda'nın faşizme teslim olduğu ile ilgili haberinin karara gerekçe oluşturması ise kararın kendisinden vahim. Burada trajikomik olan nokta ise her fırsatta hakaret dahil her şeyi basın özgürlüğü çerçevesinde savunan Avrupa Parlamentosu gibi bir kurumun böyle bir yasak kararına imza atmış olması ve bunun normal karşılanmasıdır.
Peki bazı Avrupa ülkelerinde gördüğümüz bu aşırı Türkiye karşıtlığı ve panik havasının temelinde ne yatıyor?
Öncelikli olarak şunu belirtmek gerekir ki Avrupa'da bazı çevreler referandumdan evet çıkması halinde siyasi ve ekonomik istikrarsızlık ve vesayet odaklarının ideolojik körlüğü nedeniyle Avrupa'ya karşı oluşmuş olan bağımlılık başta olmak üzere tüm ilişki biçimleriyle eski Türkiye'nin tasfiye olacağını apaçık olarak bilmektedirler.
Diğer taraftan bütün bu Türk düşmanlığının (Turkophobia) temelinde çok daha derinden gelen İslamofobik bir dalganın yattığını da bilmeliyiz. Soğuk Savaş sonrası İslam'ın yeni düşman olarak belirlenmesi ve 11 Eylül saldırılarından sonra bazı Batılı siyasetçiler, medya kuruluşları ve entelektüeller tarafından ilmek ilmek örülen İslam karşıtı atmosfer bugün batı yarımküresini esir almış durumdadır. 21 Mart'ta SETA'nın yayınladığı "2016 Avrupa İslamofobi Raporu"nun da gösterdiği üzere İslam ve Müslümanlar bugün bu kesimler için hem içerideki hem de dışarıdaki düşmanı temsil etmektedir. Tarihsel nedenlerden dolayı Türkiye dışarıdaki düşmanı sembolize ederken Avrupa'da yaşayan Türk diasporası başta olmak üzere tüm Müslümanlar ise iç düşman olarak görülmektedir. Bu düşmana karşı atılacak her türlü olağanüstü adım söz konusu düşman 11 Eylül sonrası atmosferde yeterince ötekileştirildiği, şeytanlaştırıldığı ve bir güvenlik meselesi haline getirildiği için meşru ve normal karşılanmaktadır.
Nihayetinde gelinen nokta da Avrupa Adalet Divanı gibi sürekli özgürlükleri genişletmekten yana olan bir kurum bile başörtüsü yüzünden işinden çıkarılan Belçikalı Samira Achbita'ın açmış olduğu davada işverenin çalışanlarına siyasi ya da politik sembollerin kullanımı konusunda bir yasak koyabileceğine hükmederek İslamofobik ayrımcılığa hukuksal bir zemin kazandırmaktadır. Dolayısıyla Avrupa, savunduğunu iddia ettiği tüm ilkelerini teste tabi tutan böyle bir krizde maskelerini birer birer çıkarmakta ve gerçek yüzünü ortaya koymaktadır.