Son haftalarda meydana gelen bazı üzücü olaylar, Türkiye'de suçlar için öngörülen cezaların yeterli olmadığı, suçluların yaptıklarının yanına kar kaldığı ve ceza adaleti sisteminin suçlulara karşı etkin bir mücadele yürütemediği şeklindeki cezasızlık algısını gün geçtikçe güçlendiriyor. Toplumda bu yönde güçlü bir algı olduğu, yargı ve güvenlik sistemimizde bu algıyı besleyen bazı sorunların olduğu bir gerçek. Ancak elimizdeki veriler ve bilgiler bu algıyı ne kadar doğruluyor, sorunun kaynağı nerelerdedir gibi soruları sormadan doğru bir sonuca varmak ve kalıcı çözümler üretmek mümkün değil.
Konunun ayrıntılarını ele almadan önce "cezasızlık" terimi konusunda bir parantez açmak gerek. Cezasızlık kavramı literatürde son günlerde ifade edilenden farklı bir şekilde insan hakları hukukuna özgü bir kavram olarak kullanılmaktaydı. Buna göre "cezasızlık, fiili veya yasal olarak bir insan hakkını ihlal eden faillerin var olan veya olması gereken yargı süreçlerine tabi tutulmaması veya uygun şekilde cezalandırılmaması ve mağdur edilenlerin onarım hakkına erişememesi" olarak tanımlanmaktaydı. Burada daha çok hak ihlalinin faili olduğu iddia edilen kamu görevlilerinin yeterince soruşturulmaması, yargılanmaması ve cezalandırılmaması kastedilmekteydi. Ancak son yıllarda bu kavram insan hakları hukukuna özgü bu tanımın dışına çıkmış ve genel olarak suçluların yeterince cezalandırılmaması olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Suçlular için öngörülen cezalar az mı?
Toplumun sinir uçlarına dokunan ve infiale sebep olan suçlar meydana geldiğinde ilk akla gelen tepkilerden birisi suç için öngörülen cezaların artırılması oluyor. Geçmişte bu yönde çok sayıda "tepki yasası" çıkarılmıştı. Ancak hemen belirtmek gerekir ki Türk Ceza Kanunu'nda öngörülen cezalar hem geçmişle kıyaslandığında hem de diğer ülkelerin ceza yasaları incelendiğinde zannedildiğinin aksine gayet yüksektir.
26 Eylül 2004 tarihinde kabul edilen ve 1 Haziran 2005 günü yürürlüğe giren 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu, önceki 765 sayılı Kanun'a göre ceza miktarlarını ciddi oranda artırmıştır. Örneğin eski Kanun'da adam öldürme suçu için 24 seneden 30 seneye kadar ağır hapis cezası öngörülmüşken yeni Kanun'da müebbet hapis cezası öngörülmüştür. Yine çocuklara yönelik tecavüz suçunun cezasının alt sınırı eski Kanun'da beş yıl iken yeni Kanun'da on altı yıla çıkarılmıştır. (Eski TCK m. 414/1 ve Yeni TCK m.103/2) Ayrıca bu suça yönelik ağırlaştırıcı sebeplerin çoğaldığı ve daha ayrıntılı düzenlendiği de belirtilmeli. Son olarak 2005 yılından sonra da bazı suç tipleri için cezaları artıran çok sayıda yasal düzenleme yapılmıştır.
2005 ceza reformu ile TCK'da cezaların artırılması yanında cezaların infaz oranları da artırılmıştır. Son yıllarda yapılan bazı geçici düzenlemeler bir kenara konulacak olursa, yeni İnfaz Kanunu'nda hükümlünün hapishanede geçireceği süreler önceki döneme göre daha da yüksektir. 13 Temmuz 1965 tarih ve 647 sayılı eski Kanun'a göre koşullu salıverme için ceza evinde hükümlülük süresinin ½ ve 2/3'ü gibi kısımlarını iyi hal ile geçirmek gerekirken yeni 5275 sayılı Kanun'da bu oran 2/3 ve ¾ gibi daha yüksek oranlara çıkarılmıştır.
Ayrıca belirtilmeli karşılaştırmalı açıdan bakıldığında bu cezalar Avrupa ülkelerine göre yüksektir. Bu konudaki çarpıcı bir örnek, Norveç'te 77 kişiyi öldürüp, 242 kişiyi yaralayan Anders Behring Breivik'in bu eylemleri nedeniyle 24 Ağustos 2012 tarihinde yapılan karar duruşmasında en yüksek ceza olan 21 yıl hapis cezasına çarptırılmasıdır. Serbest kaldığında toplum için tehlike oluşturmaya devam edebileceği yönünde bir karar verilirse, cezasının her 5 yılda bir 5 yıl daha uzatılabileceği belirtiliyor. Breivik, 10 yıllık cezasını çektikten sonra şartlı tahliye taleplerinde bulunmuş ama reddedilmişti.
Özet olarak söylemek gerekirse ülkemizde son yirmi yılda hem cezalar artırılmış hem de mahkemelerin verdiği cezaların infaz oranları yükseltilmiştir.
Ayrıca hapishanelerde yatan hükümlü ve tutuklu sayıları da bu verileri doğrulamaktadır. Türkiye'de 1 Temmuz 2024 itibarıyla toplam 403 cezaevi bulunmaktadır. Bu cezaevlerinde 295.064 hükümlü ve 47.462 tutuklu bulunmakta olup, toplam 342.526 kişi cezaevlerinde kalmaktadır. Karşılaştırmalı olarak bakıldığında Türkiye'deki cezaevi nüfusu, benzeri nüfusa sahip Avrupa ülkeleri ile kıyaslanamayacak kadar yüksektir. Lozan Üniversitesi tarafından hazırlanan 2023 yılı cezaevi raporuna göre, Türkiye'de 31 Ocak 2023 itibarıyla 348 bin 265 mahkûm ve tutuklu bulunmaktadır. Türkiye'yi, İngiltere (90 bin 964), Fransa (72 bin 294), Polonya (71 bin 228) ve Almanya (58.098) takip etmektedir.
Yine aynı çalışmaya göre Türkiye, Avrupa Konseyi ülkeleri içinde 100 bin kişi başına düşen 408 kişilik cezaevi nüfus oranı ile en üstte. Bu istatistikte ise Türkiye'yi Gürcistan (256 kişi), Azerbaycan (244), Moldova (242), Macaristan (211) ve Polonya (194) izlemektedir.
Son olarak İçişleri Bakanlığı verileri de son dönemde yükselen cezasızlık algısı ile örtüşmüyor. Bakan Ali Yerlikaya'nın geçen yakında yaptığı açıklamalara göre, bu yılın ilk 9 ayı geçen yıl aynı döneme göre kıyaslandığında konut dokunulmazlığı ihlalinde yüzde 22, kasten öldürmede yüzde 11, kişi hürriyetinden yoksun kılmada yüzde 10, cinsel tacizde yüzde 8, çocuğun cinsel istismarında yüzde 5, kasten yaralamada yüzde 2,5, cinsel saldırıda yüzde 1,8 olay sayısı azalmıştır. Mal varlığına karşı işlenen 9 önemli suçta ise yüzde 30 düşüş olmuştur. Yani İçişleri Bakanlığı istatistiklerine göre bütün suç türlerinde bir azalma görülmektedir.
Ancak bütün bu verilere rağmen toplumda güçlü bir cezasızlık algısının bulunduğunu ve bu algıyı besleyen bir takım haklı nedenler olduğunu söylemek gerekir. Özellikle son dönemde infaz yasalarında yapılan bazı düzenlemeler sonucu infaz sürelerinin kısalması ve bazı hafif suçları işleyen kişilerin hiç hapis cezası çekmemesi ilk akla gelen nedenlerdir. Yine bütün sosyal sorunların çözümünün ceza adaleti sisteminden beklenmesi gibi yanlış bir yaklaşıma da değinmek gerekir. Yazı çok uzadığından bu nedenleri ve muhtemel çözüm önerilerinin neler olabileceğini sonraki yazılarda ele almak yerinde olacaktır.