15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra devlet FETÖ ile mücadeleyi yurt içinde ve yurt dışında daha üst bir seviyeye taşıdı. İçeride devletin FETÖ'den arındırılması, FETÖ/PDY mensuplarının tespit edilerek cezalandırılması ve darbe teşebbüsüne karışanların yargılanması devletin asli gündemi oldu. Buna karşılık FETÖ, darbe suçundan kendisini aklamak amacıyla hem devam eden yargılamalarda sanıkları organize ederek hem de yurt dışındaki propaganda kanallarını kullanarak darbe girişimini tiyatroya benzetmiş ve kendilerine tuzak kurulduğunu iddia etmiştir. Ne yazık ki çok geçmeden terör örgütünün bu kirli stratejisinin içeride de karşılık bulduğunu ve CHP'nin "kontrollü darbe" söylemini ısrarla sürdürdüğünü gördük.
FETÖ ile mücadeleyi asıl hedefinden saptıran bir diğer tartışma da örgütün siyasi ayağının açığa çıkarılmadığı ve korunduğu iddialarıdır. En son 10 Ocak 2020 tarihinde CHP grup başkanvekillerinin TBMM'ye verdikleri araştırma önergesi ile siyasi ayak tartışmaları tekrar kamuoyu gündemine gelmiştir. Bu hafta içerisinde eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ da bu tartışmaya katılmış ve 2009 yılında kabul edilen bir yasal düzenlemenin FETÖ'nün amaçları doğrultusunda hazırlandığını ve FETÖ'nün siyasi ayağının bu yasa teklifini veren siyasilerde aranması gerektiğini öne sürmüştür. Sözü edilen düzenleme ilgili dönemde AB uyum sürecinde hazırlanmış bir torba kanunda yer alıyor ve bazı suçlar açısından asker kişilerin sivil mahkemeler önünde yargılanmasına imkan sağlıyordu. Başbuğ'un AK Parti'yi ve AK Parti'li milletvekillerini hedef alan bu açıklamalarına Cumhurbaşkanı Erdoğan çok sert tepki göstermiş ve teklife imza veren milletvekillerini dava açmaya çağırmıştır.
İlker Başbuğ'un da içerisinde yer aldığı eski vesayet düzeninin temsilcileri kendilerinin FETÖ tehdidini gördüklerini, gerekli tedbirleri aldıklarını ancak siyasi iktidarların desteği sebebiyle FETÖ'nün bu kadar büyüdüğünü iddia ediyorlar. Oysa ki AK Parti döneminin ilk on yılı da dahil olmak üzere örgütün Türkiye'de vesayet sisteminin kritik kurumlarındaki iktidarı ve devletin önemli kararlarındaki etkisi devam ediyordu. FETÖ, vesayetin en güçlü olduğu seksenli ve doksanlı yıllarda TSK gibi siyasi iktidarların en az nüfuz ettiği kurumlara kitlesel olarak girmeye başlamış ve kritik noktaları ele geçirmişti. Benzer tespitleri yargı, emniyet ve dışişleri gibi vesayetin diğer önemli kurumları için de yapmak mümkündür. 15 Temmuz sonrası bu kurumlardan ihraç edilen ve yargılanan çok sayıda önemli isim hep vesayetin egemen olduğu yıllarda bu kurumlara yerleşmiştir.
FETÖ bürokratik vesayetin bir ürünüdür
FETÖ'yü ve kurduğu Paralel Devlet Yapılanmasını (PDY) bilenlerin FETÖ'nün siyasi ayağı konusunda vereceği cevaplar daha nettir. İlk kurulduğu zamanlardan itibaren resmi söyleminde siyasetten uzak olan FETÖ, parti siyasetine ve seçimlere uzak görünse de siyasetin tam merkezinde yer almıştır. FETÖ'nün ilgisini çeken bu merkez, siyasi iktidar veya hükümetler değil doğrudan "devlet iktidarı" olmuştur. FETÖ, 27 Mayıs 1960 Darbesi sonrası hazırlanan 1961 Anayasası ile tesis edilen bürokratik vesayet sisteminin ülkedeki gerçek iktidar olduğunu görüp "hükümeti" değil bizatihi "iktidarı" hedeflemiştir. FETÖ'yü ve PDY'yi doğuran siyasal ortam işte bu bürokratik vesayet sistemidir. Halkın iradesini değersizleştiren ve demokratik siyaseti anlamsızlaştıran vesayet sistemi, FETÖ'nün devletin kritik kurumlarına yerleşmesinin toplumsal meşruiyetini temin edici bir rol üstlenmiştir.
Değişen iktidar partilerini değil kalıcı vesayet odaklarını hedefleyen FETÖ, siyasete ve siyasi partilere hep mesafeli görünse de bütün iktidar partileri ile iyi geçinmeyi bilmiştir. Başbakanlıkları döneminde Turgut Özal, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller gibi isimlerle yakınlık kurmuş, onlardan destek almış ve destek vermiştir. 28 Şubat dahil askeri müdahaleler ve askeri yönetimler zamanında güçlenerek varlığını devam ettirmiştir. Buna karşılık genel olarak dindar çevrelere ve Milli Görüş çizgisindeki siyasi partilere hep mesafeli durmuştur. Hatta 28 Şubat sürecinde darbecileri destekleyerek Refah Partisi'ni ve Başbakan Erbakan'ı açıkça suçlamıştır. Uzun vadeli olarak incelendiğinde örgüt tüm siyasi partilere karşı belli bir mesafede durmaya çalışmış ama güç sahibi olanlarla yakın ilişkiler kurmuştur. Açıkça kendisine bağlı bir siyasi parti kurmak ya da siyasetçi kadrosu oluşturmak örgütün çalışma yöntemiyle de uyuşmayan bir yöntem olmuştur.
FETÖ geçmişte birtakım siyasetçileri ve partileri gizlice ve bazen farklı kılıklara girerek hedef almış olsa da açık bir şekilde düşmanlaştırdığı ve savaş açtığı tek parti AK Parti ve tek siyasi lider Erdoğan'dır. MİT tırlarının durdurulması, MİT Başkanı Hakan Fidan'ı tutuklama girişimi, 17/25 Aralık operasyonları, 15 Temmuz darbe teşebbüsü ve henüz ayrıntılarını bilmediğimiz birçok olayda AK Parti iktidarları hedef alınmıştır. FETÖ ile en gerçekçi ve yoğun mücadeleyi yürüten parti ve lider de AK Parti ve Erdoğan olmuştur. Henüz 15 Temmuz'dan önce örgütün insan kaynaklarını kurumsal olarak besleyen dershanelere ilk defa el atılması, finans kaynaklarına ve eğitim kurumlarına kayyum atanması, AK Parti iktidarları döneminde gerçekleşmiştir. Bu kritik dönemlerde FETÖ kurumlarını savunmak için kendisini yargıya ve polise karşı siper eden CHP temsilcileri de hala hafızalardadır.
FETÖ'nün amaçları doğrultusunda kullanıldığı iddia edilen birtakım yasal düzenlemeler üzerinden FETÖ'nün doğduğu vesayet düzenini aklamaya ve AK Parti'yi suçlamaya çalışmak beyhude bir çabadır. FETÖ, eski vesayet düzenini örnek alarak ve kendisini onun yerine koyarak "devlet iktidarı"nı ele geçirmeye çalışmıştır. FETÖ ve zihniyeti ile mücadele demokratik siyaset suçlanarak değil bilakis desteklenerek başarılabilir.