Suriye'de Esed rejimi ve müttefikleri uzun bir süredir İdlib'in etrafına askeri yığınak yaparak kente kapsamlı bir askeri harekât düzenlemek üzere teyakkuz halinde beklerken, Türkiye ise yaklaşık 3,5 milyon sivilin yaşadığı bölgeyi muhafaza etmek için yoğun çaba sarf ediyordu. Rusya, İdlib mücavirindeki Cisr Şuğr ve Kuzey Hama gibi bölgeleri havadan bombalamaya başlayıp bir yandan da Türkiye'ye baskı yaparak TSK'nın konuşlu olduğu on iki askeri noktadan geri çekilmesini ve harekâta olanak sağlayacak saha koşullarını sağlama çabasındaydı. Rejim, Rusya ve İran, Doğu Guta, Dera, Kuzey Humus ve Kuneytra dahil olmak üzere muhalif unsurları askeri olarak elimine etmeyi başardıktan sonra İdlib'i de hedef alıp muhalifleri tamamen topraksızlaştırmak ve yedi yılı aşkın süredir devam eden Suriye iç savaşını (ABD/PKK bölgesini bir kenarda tuttuğumuzda) Esed rejimi lehine sonlandırmak amacıyla hareket ediyorlardı. Astana süreci kapsamında Erdoğan, Putin ve Ruhani'nin katılımıyla gerçekleşen Tahran Zirvesi İdlib için bu bağlamda son şans olarak görülürken buradan da bir sonuç çıkmaması bölgeye yönelik her biri birbirinden daha kötü birçok senaryonun konuşulmasını beraberinde getirdi. Yaşanan tüm gelişmeler İdlib için büyük bir insani krize kapı aralamıştı.
Ancak hem Suriye'nin geleceği hem de Türkiye'nin ulusal güvenliği için büyük tehdit oluşturabilecek böyle bir askeri harekâta Türkiye'nin göz yumması beklenmiyordu ve öyle de oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan İdlib meselesinde ciddi bir kararlılık göstererek meseleyi özel olarak sahiplenirken TSK'nın Rus ordusunun tüm itirazlarına rağmen İdlib'in etrafında kurduğu on iki askeri noktayı -tankları da içeren ağır silahlar ile- tahkim etmesi sahadaki gerçekliği değiştirmeye başladı. Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan olası bir askeri harekâtın Astana sürecini tamamen bitireceğini ve siyasal barış sürecinin yerine yeni bir denklemin oluşacağını açıkça belirtirken Türkiye'nin sert çıkışı ve sahadaki eylemleri Rusya'nın hareket tarzını etkileyerek Erdoğan ve Putin'in Soçi'de yeniden bir araya gelmesini sağladı. ABD/İngiltere/Fransa gibi ülkelerin mevcut konjonktürden yararlanma çabaları ve İdlib'e yönelik Türkiye'nin girişimleriyle oluşan uluslararası kamuoyu da Rusya'nın pozisyonunu baskı altına aldı.
Nihayetinde Soçi'de gerçekleşen liderler ve heyetler arası görüşmeler neticesinde Rusya daha önceki iddia ve taleplerinde Türkiye lehine olacak şekilde ciddi bir revizyona gidip İdlib'e yönelik uzun süredir hazırlıkları yapılan askeri harekatı tamamen sonlandırmak durumunda kaldı. Soçi'de heyetler arası görüşmelerin ardından teknik ayrıntıları daha sonra belirlenmek üzere İdlib'deki çatışmazlık bölgesini güçlendirecek ve olası çatışmaların önüne geçecek şekilde tüm temas hatları boyunca 15-20 kilometrelik bir alanda tampon bölge oluşturulması kararı alındı. Buna göre TSK ve Rus ordusuna bağlı güçler bu bölgede askeri varlıklarını artırıp kara ve hava unsurlarıyla devriye görevi görecekken bölge tüm radikal unsurlardan arındırılıp silahsızlandırılacak. Bununla birlikte silahsızlandırılmış bölgelerdeki Suriye muhalefeti ve rejim güçlerinin kontrol alanları ve varlığı korunacak ve iki taraflı olarak ağır silahlar cephe hattından çekilecek. Varılan mutabakat bağlamında stratejik öneme sahip M4 ve M5 otoyolları güven altına alınıp tekrar ulaşım ve ticaret için açılacak. Lazkiye ve Şam'ı Halep'e bağlanan M4 ve M5 otoyolları Suriye ekonomisi için büyük önem arz ederken Türkiye açısından da önemli fırsatlar sağlayacak.
Türkiye ve Rusya'nın sorumlulukları
Elbette Soçi anlaşmasının taraflara yüklediği önemli sorumluluklar da söz konusu. Bu bağlamda Rusya sahadaki rejim güçleri ve Şii milisleri kontrol altına almak durumundayken Türkiye ise kısa vadede Heyet Tahriru'şŞam (HTŞ) ve iltisaklı radikal yapılanmaların tampon bölgeden geri çekilmesini sağlamak, orta vadede ise bölgeye düzenlenmek istenen askeri harekatlara meşru bir zemin oluşturmak için araçsallaştırılan bu grupların varlığına yönelik çözüm üretmek zorunda. Dolayısıyla Türkiye açısından HTŞ meselesini yönetebilmek büyük önem arz ediyor. Önde gelen bazı HTŞ'li isimler anlaşma aleyhine kişisel açıklamalar yapmış olsa da örgüt resmi olarak olumsuz bir beyanatta bulunmadı. Sahadan gelen bilgiler HTŞ'nin gönülsüz de olsa anlaşma şartlarına riayet edeceği ve temas hatlarından ağır silahlarıyla birlikte çekileceğini gösteriyor. Yine Türkiye açısından HTŞ ve iltisaklı gruplarla diğer muhalif unsurlar arasındaki angajmanların da İdlib iç dengeleri açısından iyi yönetilmesi gerekiyor.
Sonuç itibarıyla Soçi mutabakatıyla İdlib'i kapsamlı bir askeri harekatın hedefi olmaktan kurtaran Türkiye hem kendi ulusal güvenliği hem de bölgede yaşayan 3,5 milyondan fazla sivil adına büyük bir kazanım elde etmiş oldu. Olası bir askeri harekat öncelikle büyük bir insani krize neden olacak ve Türkiye'ye yeni bir mülteci akını dalgasını tetikleyecekti. Yine İdlib'in kaybedilmesi muhaliflerin tamamen topraksızlaştırılmasına neden olacak ve siyasal barış sürecini sonlandırarak, Suriye'nin geleceğine yönelik son umutları da bitirecekti. Ayrıca Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatı bölgeleri açısından sürdürülemez bir denklem üretecek, Türkiye'nin terörle mücadelesinde ciddi bir zafiyete neden olacaktı. Türkiye-Rusya ilişkileri ise ciddi bir stratejik gerileme kaydedecekti.
Dolayısıyla Türkiye'nin Rusya, İran ve Esed rejiminin karşısında kararlı siyaseti ve sahadaki etkili adımları Soçi mutabakatını hayata geçirerek, tüm bu risk ve tehditleri bertaraf etmiş oldu.