Suriye'de 60 yıllık Baas diktatörlüğünün ve Esed rejiminin çöküşü farklı boyutları ve sonuçları itibariyle pek çok aktörün stratejik vizyonunu derinden etkiledi. ABD'nin, Esed rejiminin çöküşünden duyduğu memnuniyet, İsrail'in Suriye'de alan kazanma çabası, Rusya'nın stratejik geri çekilme süreci, muhalif güçlerin aslına uygun biçimde "muktedir güçler" haline gelmesi, PYD/YPG terör örgütünün işgal ettiği alanlardan temizlenmeye başlanması söz konusu derin etki ve sonuçlar arasında ön plana çıkıyor. Bu aktörlerin her biri aynı zamanda Suriye'de süregiden anlatı savaşının da birer tarafı konumundaydı. Bu nedenle, bu etki ve sonuçları, anlatı savaşı bağlamında da değerlendirmek mümkün. Bu noktada, eski muhalif yeni muktedir-devrimci güçlerin bu anlatı savaşının mutlak kazananı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Buna karşın, anlatı savaşının kaybedeni sorulduğunda alternatifsiz şekilde kendisini gösteren aktör ise İran.
İran'ın, Suriye'deki söz konusu aktörler arasındaki en ayırt edici özelliği ve farklılığı, Suriye'deki devrim sürecini en başından itibaren stratejik kazanım mücadelesinin yanında bir anlatı savaşı olarak algılaması ve bu doğrultuda bir perspektif ve tutum geliştirmesi oldu. Suriye'deki diğer aktörler, bu noktada stratejik kazanımlara daha fazla odaklanırken İran, ideolojik refleksleri ve geleneklerine de uygun biçimde bu süreçte kendi anlatısını da hakim kılmaya çalıştı. Bu noktada İran, öncelikle Esed rejiminin güvenliğini neredeyse kendi iç güvenliği ile özdeş hale getirdi. "35. Eyalet Suriye", "Suriye kaybedilirse Tahran kaybedilir" söylemleri bu durumun en somut ifadeleri oldu. İran bu anlatı aracılığıyla, hem iç kamuoyunu, ülke kaynaklarının Esed rejiminin korunmasına kanalize edilmesine ikna etmeye hem de uluslararası kamuoyuna Esed rejiminin İran açısından değerinin net biçimde aktarılmasına çaba harcadı. Öyle ki İran açısından "ABD-İsrail komplosuna karşı" Esed rejiminin korunması varoluşsal güvenlik meselesi olarak sunuldu; güvenlikleştirme anlatısı çerçevesinde "ne pahasına olursa olsun savunma" argümanı ön plana çıkarıldı.
Elbette buna ek olarak "tekfirci terör" söylemi de bu anlatıyı destekleyen en önemli bileşenlerden biri oldu. İran, Esed rejimine muhalif olan tüm yapıları "tekfirci teröristler" olarak niteleyerek, Esed rejiminin korunması ile "tekfirci terörizmin bölgeye yayılmasının engellenmesi" arasında bir özdeşlik algısı yarattı. Bu algı inşasının son halkası ise "tekfirci terörün İran'ı tehdit edememesi için Suriye'de yok edilmesi" söylemi oldu. Bu durum Suriye ve Irak'ta DEAŞ'ın etkinliğinin artması ile birlikte yoğunlaştı ve konsolide hale geldi. "Esed rejimini korumak-tekfirci terörü İran'dan uzak tutmak" eşitliği doğrultusunda geliştirilen söylemler, genel anlatının bir parçası olarak 2017 yılına kadar etkili oldu. 2017 yılında ise dönemin Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani'nin Devrim Rehberi Hamaney'e hitaben yazdığı ünlü "DEAŞ tehdidi bitti, görevimi yerine getirdim" içerikli mektubu, bu anlatının gücünü ve etkisini en yüksek düzeye ulaştırdı. İran bu "zaferi" 2017 yılından itibaren tüm hatlarıyla kullandı.
27 Kasım'da muhalif grupların başlattığı operasyon süreci ise İran'ın, Suriye denklemindeki anlatı savaşında galip taraf olarak algılandığı imajı alt üst etti. Esed rejimini "tekfirci teröristlerden" ve "ABD-İsrail" komplosundan koruma anlatısı çerçevesinde yapılandırdığı milis gruplar, muhalif güçler karşısında bir direniş göstermeden geri çekildi ve Esed rejimi tarihe karıştı. Bu durumun yarattığı şok etkisi İran'lı yetkililerin açıklamalarına yansıdı. Anlatı stratejisinde yaşanan bu iflas, söz konusu açıklamalarda ve söylemlerde açık biçimde gözlemlendi. İran medyası, Suriye devrimine varan sürecin başlangıcından bu yana, muhalif güçleri "tekfirci teröristler" olarak değil "muhalif güçler" olarak tanımlamaya başladı. Bununla birlikte, Esed'i ne pahasına olursa olsun İran'ın güvenliğini korumak için savunma perspektifine sahip olan ve Suriye'nin asla "kaderine terk edilemeyeceğini" iddia eden İran'dan "Suriye Suriyelilerindir, Suriye'nin geleceğini Suriyeliler belirlemelidir" açıklamaları geldi. 2017'de DEAŞ'ın, İran'ın "azmiyle" tamamen ortadan kaldırıldığını iddia eden İran çelişkili biçimde bu yeni süreçte DEAŞ'ın alan kazanabileceğini iddia etmeye başladı. Esed rejiminin tüm katliam uygulamalarına bizzat sahada destek veren İran "Esed'i kendi halkının taleplerine kulak vermesi konusunda uyarmıştık" iddialarında bulundu. Son olarak Hamaney bu süreci "ABD-İsrail" komplosu olarak tanımladı ve kendi çizdiği anlamsal çerçeveye göre ABD-İsrail komplosuna karşı Esed'i savunmadan güçlerini Irak sınırına çektiğini; Esed rejiminin çöküşü ile Tahran'ın da tehlikeye girdiğini kabul etmiş oldu. İran'ın Suriye'de yaşadığı bu anlatı yenilgisi, "35. Eyalet'in" kaybı sonucunda Tahran'ın fiziken olmasa bile anlatısal olarak kaybının yaşandığını gösteriyor. Bu süreç 2025 yılı içinde İran'da önemli tartışmaların ve dönüşüm süreçlerinin yaşanabileceğine de işaret ediyor.