Trump'ın oldukça tartışmalı Kudüs kararı sonrası önce BM Güvenlik Konseyi'nde karşılaştığı 14-1 durum ve daha sonra BM Genel Kurulu'nun büyük bir çoğunluk ile verdiği karar ABD'nin uluslararası sistemdeki yeri ve konumu konusunda yeni tartışmaları beraberinde getirdi.
Aslında Trump'ın Kudüs kararı ile ne yapmaya çalıştığını henüz kimse tam olarak anlayamadı. Dış politikada ABD'yi uluslararası ilişkilerde iyiden iyiye yalnızlaştıran, bölgesel olarak ABD'ye büyük bir kamuoyu tepkisi doğurup elde kalan yumuşak gücünü de kaybettiren bir karar hangi stratejik hesaplama sonucu ortaya çıktı hala belirsiz. Son iki haftadır bu konuda uzun yıllar kafa yormuş uzmanların tartışmasından ortaya çıkan ise bu kararın arkasında çok da ciddi bir stratejik hesaplama olmadığı. Dahası kararın Başkan Trump'ın ifade ettiği gibi barış sürecine katkı sağlayacağı düşüncesi de kimsenin kafasına yatmadı. Durum şu ki verilen karara gelebilecek tepkilerin ne kadar sert olacağı hesaplanmadığı gibi Beyaz Saray'ın Ortadoğu'dan sorumlu uzmanlarının bir şekilde anlaşmaya vardığı düşünülen bazı Ortadoğu liderlerinin etkisi ve gücü fazlasıyla gözlerde büyütülmüş. Belki Ortadoğu'da her taraf ateş altındayken fırsattan istifade edileceği de düşünülmüş. Belki de Obama'nın seçimini engellemeye çalışmaktan İran nükleer anlaşmasını Kongre'de durdurmaya çabalamaya değin bir dizi stratejik hata yapan Netanyahu'nun bu konuda haklı olduğu kanısına varılmış. Tüm bunların üzerine de uluslararası örgütlerdeki Amerikan etkisinin yapılan dış yardımlar ile oluştuğu düşünülmüş olacak ki başta BM olmak üzere bu organizasyonlardan gelecek tepkilerin tehditlerle önünün alınabileceği fikrine varılmış. Son iki hafta gösterdi ki bunların birçoğu hiç sanıldığı gibi değilmiş.
Önce bireysel olarak ülkelerin tepkilerinin yarattığı kartopu etkisi, d aha sonra Türkiye'nin dönem başkanlığında toplanan İslam Konferansı Örgütü toplantısı ABD'nin kararına büyük bir uluslararası tepkiyi ortaya koydu. Bu tepkiyi takiben Başkan Yardımcısı Pence'in planladığı Ortadoğu turunda arka arkaya iptaller yaşanmaya başladı. Pence'in bölgedeki Hıristiyan azınlığa destek için planladığı gezide görüşmesi beklenen Hıristiyan gruplar da iptal kararı alınca gezi bir süreliğine ertelendi. Elbette Kudüs kararı sonrası diyalog için böyle bir gezinin planlanmış olması da ABD açısından bu kararın olası etkilerinin ne kadar yanlış hesaplandığının göstergeleri arasında yer alıyordu.
Bunları müteakiben BM'deki oylamalar geldi. Önce BM Güvenlik Konseyi sonra BM Genel Kurulu'ndaki oylamalar aslında ABD'nin bu karar sonrası uluslararası camiada nasıl yalnızlaştığını ve dahası uluslararası toplum ile arasındaki uçurumun ne kadar açıldığını ortaya koydu. Geleneksel müttefik ve partnerlerinden İsrail haricindeki tüm ülkeler ya ABD kararına karşı ya da çekimser oy kullandı. Tüm dünyada bu kararı destekleyen ABD dışında sekiz ülke olduğu ve bunların beşinin 56 bin nüfuslu Marshall Adaları, 105 bin nüfuslu Mikronezya, 21 bin nüfuslu Palau, 13 bin nüfuslu Nauru ve 7 bin nüfuslu Togo olduğu dünkü oylamada ortaya çıktı.
Kendi kurduğu sistemi tehdit eden ABD
ABD'nin bu noktada BM'ye ve oy verecek ülkelere yaptığı tehdit de meselenin başka kritik bir boyutunu ortaya çıkardı. ABD bu adımıyla aslında İkinci Dünya Savaşı sonrası kendi elleriyle kurduğu uluslararası sistemi de ciddi bir şekilde tehdit eden bir süreci başlatmış oldu. Daha önce TPP anlaşmasını ortadan kaldırması ve Paris İklim görüşmelerinden çekilmesi ile kurduğu sistemin çarklarını zedeleyen ABD yönetimi BM'ye yaptığı tehditler ve tek taraflılık temelli politikaları ile bir başka payandasını tehdit etmeye başladı. Dolayısıyla mesele artık Kudüs meselesinin de ötesinde uluslararası sistemin geleceği konusuna dönüşmeye başladı.
Bundan sonrası için ABD bu karardan gereken dersleri alıp dış politikasına yeni bir yön verecek mi yoksa bu tutumunu sürdürüp dünyaya liderlik yerine dünyaya kafa tutmaya odaklı bir politika mı belirleyecek henüz belli değil. Washington ile birlikte hareket etmezseniz sonuçlarına katlanırsınız demek kolay ama uluslararası toplumdan giderek uzaklaşmanın sonuçlarına katlanacak bir ABD var mı ortada asıl soru işareti bu. Dolayısıyla dünyaya kafa tutmanın ABD dış politikası için yaratacağı hasar çok ciddi bir seviyeye ulaşabilir. ABD yönetiminin bu hasarı kontrol altına alabilmek için öncelikle yaptığı hatayı kabul etmesi gerekiyor. Ancak Başkan Trump, Nikki Haley üzerinden BM üyelerine gönderdiği mesaj ile henüz bu durumun farkında olmadığını ortaya koydu. Bu noktada birçokları tarafından şimdiye kadar her dış politika krizinde Başkan Trump'ın pozisyonunu dengeleyen kabine üyelerinin daha aktif bir rol alması şimdilik tek çıkar yol görünüyor.
Şimdiye kadar ABD medyasında yer alan haberlerde Kudüs ile ilgili toplantılarda Savunma Bakanı Mattis ile Dışişleri Bakanı Tillerson'ın bu konudaki çekincelerini ifade ettiği ileri sürülmüştü. Aynı isimler Kuzey Kore, İran ve Katar krizlerinde de yer yer bazen birlikte bazen de ayrı bu politikalara karşı alternatifler ortaya koymuştu. Bu isimlerin bundan sonraki süreçte atacağı adımlar ABD'nin bu krizden çıkması için önemli olacak. Her ne kadar Trump'ın kişiliği ve iç politika kaygıları bu noktada olumlu bir gelişmeyi zorlaştırıyorsa da iç politikada vergi reformu zaferi Trump'ı biraz rahatlatmışken ve Pence'in aldığı tepkilerden sonra böyle bir adım için aslında bir fırsat penceresi açılmış durumda. Bu da daha derin bir krizden önceki son çıkış olabilir.