1 Muhaliflerin liselileri sokağa çağırması ne anlama geliyor?
Muhalifler vesayetin geriletilmesiyle siyaset üzerindeki kontrollerini kaybetmelerinin ardından siyasetin dönüştürücü etkisini dizginlemek, iktidar alanlarını korumak için siyaset-karşıtı bir stratejiyi devreye soktular. AK Parti siyasetinin çevreyi merkeze taşıyarak geniş halk kitlelerini iktidara ortak etmek ve böylece toplumsal eşitlenmeyi sağlamak için attığı her adım "otoriterlik" olarak lanse edilmeye başlandı. Bunu mümkün kılan ise, normatif olarak iki eşit siyasi aktörün mücadelesinden ziyade, "mutlak kötüler" ile "mutlak iyiler" arasında bir çatışma olduğunu iddia eden ahlakçı bir siyaset dilinin geliştirilmesiydi. Siyasetin dönüştürücü gücünü boğmaya çalışan kurnaz, kutuplaştırıcı ve yıkıcı bu siyaset dili zamanla gelişip serpildi. Bu düşmancıl siyaset dili, dönüştürücü her türlü eylemi ahlaki bir sapkınlık olarak lanse etme çabası içerisinde oldu. Bu noktada, sözde siyaset ile ahlak çatışmasını somutlaştıracak durumlar oluşturulmaya, rakibin sunduğu fırsatlar kaçırılmamaya çalışıldı. Siyasetin karşısına bazen çevre, hayvan ve kadın bazen de gençler gibi siyaset kurumunun sınırlarını aşan unsurlar sürüldü. Bu karartmanın arkasında toplumu siyasi iktidara tavır almaya kanalize etmeye çalışan ve böylece siyaset kurumunu kendi destekçilerine, yani halka boğdurmaya çalışan sinsi bir stratejik akıl yatmaktadır. Yaşanan son olaylarda da eski Türkiye aktörlerinin siyasi hedefleri için apolitik görünümlü liselileri devreye sokmuş olmaları şaşırtıcı değildir. Bu aktörler bir kez daha "apolitik gençler" imajının yarattığı gölgelemeyi stratejik olarak kullanmaya çalıştılar. Gezi'de bir ölçüde tutan bu siyaset- karşıtı stratejinin küçük çaplı bir tekrarı yaşandı.
2 Neden görece daha başarılı 2 liseler bildiriyi sahiplendi?
Kemalist elit yaratmak bu liselerin yegane misyonudur. Halkın büyük çoğunluğunun desteğini alarak iktidara gelen bir siyasi partiye sırtını dönen bu liseler, esasında en başından itibaren halka sırtını dönmüş, halkla mesafeli "elitist" ve antidemokratik kurumlardır. Öte yandan, görece başarılı liselerin bildiriyi sahiplenmesi iktidar olgusu hakkında bize önemli bir ipucu sunmaktadır: Siyasi iktidar toplumsal iktidarın arkasından gelmektedir. Yaşanan bu olaylar, AK Parti iktidarının her ne kadar siyasi alanı kontrol etse de henüz eğitim gibi (buna kültür-sanat, medya ve ekonomi gibi başka alanları da ekleyebiliriz) toplumsal sektörlere tam anlamıyla nüfuz edemediği ya da en azından buralarda önemli bir dengeleme ve dönüşüm sağlayamadığını göstermektedir. Bu, en açık ifadesiyle, muhafazakar camianın tüm toplumsal kesimler için çekim noktası oluşturacak kaliteli kurumlar inşa etme noktasına henüz ulaşamadığını gözler önüne sermektedir. Dolayısıyla siyasi iktidarın tökezlemesiyle eski iktidar ilişkilerine dönülmesinin, eski Türkiye aktörlerinin kontrolündeki toplumsal iktidar alanlarının siyasi iktidarı yeniden sarmalamasının ne denli bir ihtimal olduğu bir kez daha anlaşılmış oldu. Ülkenin gerçek anlamda demokratikleşmesi için, eğitim gibi derin toplumsal yapılarda toplumsal gruplar arasında güç dengesinin bir an önce sağlanması adına radikal ve hızlı adımların atılmasının elzem olduğu ortaya çıkmaktadır.
3 Yayımlanan bildiride eskilerde kalmış gericilik, laiklik ve çağdışı gibi ifadelerin geçmesi nasıl yorumlanmalı?
Siyaset, toplumsal alanın kolektif kimlik temelinde ayrıştırmalara tabi tutulması yoluyla icra edilmektedir. İktidar ilişkileri de siyasi aktörlerin toplumsal alanı şekillendirme hedefi güden sınır çizme faaliyetlerinin başarısına endeksli olarak şekillenir. Toplumsal alana kendi sınırlarını kabul ettiren siyasi aktör iktidarı kontrol eder. Bu açıdan bakıldığında muhaliflerin liselileri sokağa çağırması, son zamanlarda ülkede terör olaylarının neden olduğu güvenlikçi ortamın etkisiyle yeniden dinamizm kazanan eski Türkiye aktörlerinin, toplumsal alanı laik-dindar hattında ayrıştırarak tekrar siyasetin merkezine yerleşmek ve AK Parti iktidarını geriletmek amacına hizmet etmektedir. Elbette bu aynı zamanda, laik-dindar söylemini geri plana atarak Kemal Kılıçdaroğlu liderliğiyle birlikte dizayn edilen popülist "Yeni CHP" projesinin çöktüğünün de kabul edildiğini göstermektedir. "Eski CHP" döneminde, özellikle 2007 yılında "Cumhuriyet mitingleri" sürecinde rastladığımız, bu ayrışmayı mümkün kılan ve kolaylaştıran en önemli faktör, günümüzde küresel jeopolitik alanın küresel güçler tarafından "İslami faşizm" ile "özgür dünya" (Batı) karşıtlığı ekseninde şekillendiriliyor olmasıdır. Bu küresel söylem Avrupa Birliği içerisindeki Türkiye karşıtları tarafından kullanıldığı gibi, PKK-PYD tarafından da hem bölgemizde hem de Türkiye içerisinde mevcut siyasi iktidara karşı kullanılması tesadüf değildir. Elbette ironik olan, PKK-HDP çizgisindeki basın organlarının Kürt varlığını reddeden Kemalist aktörlerin liseliler üzerinde yürüttüğü "isyana" omuz vermeleridir. Şüphesiz bu ironiyi mümkün kılan ve hafifleten unsur, Kemalizm ile PKKHDP'nin paylaştığı ortak "laikçi" zemindir. Diğer bir faktör ise, ulusal düzeyde AK Parti'nin yeni dönemde ülke siyasetini "yerli ve milli" siyaset etrafında şekillendirme çabası AK Parti karşıtları tarafından manipüle edilmeye çalışılmasıdır. AK Parti'nin yerli ve milli siyasetinin yerel (İslami) değerlere yaptığı vurgu, muhalifler tarafından "İslami faşizm" ile evrensel değerleri savunan "ilericiler" arasındaki ebedi bir mücadele olarak çarpıtılmaktadır. Liselilerin bu süreçte kullandıkları "karanlıkları ışıklara boğmak" ve "liseliler yüz yıl önce olduğu gibi bugün de aynı kararlılığı taşıyor" gibi söylemler bunu ele vermektedir.
4 Bundan sonra ne olacak?
Bu olaylar, bir yandan Kemalizm'in ölü bir ideoloji olduğunu ve Kemalist aktörlerin tarihe gömüldüğünü işleyen aceleci analizleri bir ölçüde sarsmış oldu. Ancak diğer yandan, liselilerin "isyanı"nın istenen etkiyi yaratamaması ve arzulanan ölçüde toplumsallık kazanamaması Kemalist ideolojinin Türkiye toplumunun ulaştığı mevcut bilinç düzeyinde eskisi gibi etkili olamayacağını da ortaya koymuş oldu. Bu iki zıt durum, Türkiye toplumunun radikal bir geçiş süreci yaşadığı gerçeğini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Bundan sonra olacak olan, iyimser bir bakışla, geçiş sürecinin ara sıra tökezleyerek de olsa, toplumsal eşitlenme, ideolojik dönüşüm ve demokratikleşme yönünde devam edeceğidir. Ancak bunun beklendiği kadar kolay ve hızlı bir şekilde olmayacağının anlaşılması ve çok daha köklü ve kapsamlı siyasi hamlelerin atılması gerekmektedir.