Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ALİ ASLAN

Yürütmede birliğin sağlanması

Demokratik güçler ile vesayet güçleri arasındaki çatışmanın bu noktasında yürütmedeki mevcut çarpık kurumsallaşmanın tartışılması, yürütmede birliğin sağlanması için kapsamlı bir kurumsal reform süreci başlatılması gerekiyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 19 Ocak'ta yapılacak Bakanlar Kurulu'na başkanlık edecek olması Cumhurbaşkanı'nın siyasi sistem ve yürütme erki içerisindeki konumunu tartışmaya açtı. Erdoğan'ın başkanlık etmesine hukuki ve siyasi açılardan muhalefet eden iki görüş öne çıktı.
İlk görüş, Cumhurbaşkanının Bakanlar Kurulu'na 'sürekli' bir şekilde başkanlık etmesinin Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri sürmekte.
Bu görüşe göre, Anayasa'nın Cumhurbaşkanına tanıdığı yetkiler gereğince Cumhurbaşkanı'nın Bakanlar Kurulu'na 'sürekli' bir şekilde başkanlık etmesi mümkün değildir. Bu yetki yalnızca 'olağanüstü' durumlarla sınırlıdır.
İkinci görüşe göre ise, Cumhurbaşkanı'nın Bakanlar Kurulu'na başkanlık etme durumunun 'sürekli' hale gelmesi hükümetin iktidar alanına müdahale anlamı taşır ve meşruiyetine zarar verir.

İktidar paylaşımı
Öncelikle Anayasa'nın ihlali eleştirisine bakalım. Anayasa'nın 104. maddesi Cumhurbaşkanı'nın Bakanlar Kurulu'na başkanlık etmesine ilişkin yetkisini şu şekilde ifade ediyor: "Gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kurulu'na başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulu'nu başkanlığı altında toplantıya çağırmak." Bu ifadede Cumhurbaşkanı'nın Bakanlar Kurulu'na başkanlık etme yetkisinin 'olağanüstü' durumlarla sınırlı olmadığı net bir şekilde görülmektedir. Ayrıca, böyle bir sınırlamanın varlığı iddia edilse bile, hangi durumun 'olağanüstü' olduğuna karar verme yetkisi zaten Cumhurbaşkanı'nın uhdesindedir. İlgili maddede geçen "gerekli gördüğü hallerde" ifadesi bunu açıkça ortaya koyar. Dolayısıyla, ortada Anayasa'nın ihlali gibi bir durum söz konusu değildir.
Hükümetin iktidar ve meşruiyet alanına müdahale edilmiş olacağı iddiası ise, Cumhurbaşkanlığı makamının mevcut haliyle en az hükümet kadar siyasi meşruiyete sahip olduğu gerçeğini göz ardı etmektedir. 10 Ağustos 2014'te Cumhurbaşkanı'nın ilk defa doğrudan halk tarafından seçilmesi, Cumhurbaşkanlığını demokratik meşruiyet açısından hem hükümet hem de yasama erki ile denk bir konuma yükseltmiştir. Cumhurbaşkanı'nın siyasi meşruiyetindeki gelişme, doğal olarak yürütmede çok daha aktif bir rol almasının ve sorumluluk üstlenmesinin yolunu açmıştır.
Rejim bekçiliği yapan ve bekleyen Cumhurbaşkanı'nın yerini, kaçınılmaz olarak oyun kuran ve icracı olan Cumhurbaşkanı almıştır. Bu sebeple, yürütme erkinde iktidar ve sorumluluk paylaşımı noktasında mevcut Cumhurbaşkanı ile hükümet arasındaki ilişkiler, 10 Ağustos'la birlikte yaşanan yapısal değişimler göz önünde tutularak geçmiş dönemlerden farklı bir şekilde değerlendirilmelidir.

Vesayetin tasfiyesi
10 Ağustos seçimi Cumhurbaşkanı ile hükümet arasındaki meşru güç dengesini yeniden ayarlamakla kalmamış, aynı zamanda Cumhurbaşkanı'nın siyasi işlevini de dönüştürerek devlet-millet ilişkisini demokratik bir çizgiye çekmiştir.
Vesayet döneminde Meclis'te kontrollü bir şekilde seçilen Cumhurbaşkanı, halkın oylarıyla seçilen hükümete karşı devletin korunması işlevi görmekteydi. Cumhurbaşkanı'nın askeri- sivil vesayet, hükümetin ise halk tarafından belirlendiği bu ikili yapı, yürütme erkinde demokrasinin ihlaline ve muhtemel ideolojik çatışmalara çanak tutmaktaydı.
Halkın Cumhurbaşkanı'nı doğrudan seçmesiyle birlikte çatışma ihtimalini sürekli canlı tutan bu yapısal durum ortadan kalkmış oldu. Yürütme erkini oluşturan iki gücün dayanak noktası tek bir odakta birleşti: millet iradesi egemenliğin tek kaynağı haline geldi. Dolayısıyla, gücünü ve meşruiyetini milletten alan Cumhurbaşkanı'nın demokratik yollarla seçilmiş hükümete dışarıdan irade dayatması ve onu güdükleştirmesi yeni şartlar altında ilkesel olarak mümkün değildir.
Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen yine de yürütmenin şu anki halinin normal ve sağlıklı olduğunu iddia etmek zordur. Şayet mevcut siyasi yapıya anlamlı bir eleştiri yapılacaksa bu, yürütmede birbirine denk meşruiyete ve benzer işleve sahip iki aktörün bulunmasının sürdürülebilir bir durum olup olmadığıdır. Mevcut çarpık kurumsallaşmanın uzun süreçte yetki karmaşasına ve gerilime yol açma ihtimali göz ardı edilemez.
Elbette bu anormalliğin önceden düşünülerek ulaşılmış bir durum olmadığı, vesayet güçleri ile demokratik güçler arasındaki egemenlik mücadelesi kapsamında karşılıklı taktiksel hamleler neticesinde ortaya çıkmış bir durum olduğu da akıldan çıkarılmamalıdır. Bu mücadelede büyük oranda sona gelindiğine göre, önümüzdeki dönemde mevcut çarpık kurumsallaşma kamuoyunda masaya yatırılmalı ve kapsamlı bir kurumsal reform süreci başlatılmalıdır. Bu kapsamda, yürütmede birliğin ve etkinliğin sağlanması için yeni bir yönetim sistemine geçiş ciddi bir şekilde düşünülmelidir.

* SETA, araştırmacı


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA