Körfez ülkeleri arasındaki rekabetin yansımalarından biri olan Katar krizi (2017), Suudi Arabistan'ın El-Ula kentinde gerçekleştirilen 41. Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) zirvesinde varılan uzlaşı ile şimdilik rafa kaldırıldı. Kuveyt'in arabuluculuğunda Katar ve Suudi Arabistan arasındaki anlaşmazlıklar üzerinde kısmen ortak bir noktaya gelinmesi Körfez ülkeleri içerisindeki ayrışmayı bir nebze de olsa giderdi. Burada Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) bu uzlaşıyı gerçek bir barış olarak değerlendirdiğini söylemek oldukça zordur. Elbette bu süreçte Körfez içerisindeki ikili ilişkilerin ağır hasar aldığını ve bu hasarın düzeltilmesi için zaman gerektiğini ifade etmek gerekir. Kaldı ki önümüzdeki dönemde Körfez içerisinde ve Ortadoğu bölgesinde yaşanacak gelişmelerde tarafların alacakları pozisyonlar bu uzlaşının sürüp sürmeyeceğini belirleyecektir. Öncelikle 2017'de Katar'a yönelik baskı niçin yapıldıysa Katar ve Suudi Arabistan arasında sağlanan anlaşmanın gerekçesinin de aynı olduğunu belirtmem gerekir. Hem krizin hem de uzlaşının sebebi olarak İran meselesini göstermek sanıyorum yanlış olmayacaktır. O halde bu gelişme etrafında Körfez'deki aktörleri nasıl okumalıyız?
Elbette Katar'ın uzlaşmaya neden yeşil ışık yaktığı sorusu akıllara gelebilir. Kriz süresince gösterdiği direnç ile yoğun siyasi, ekonomik ve diplomatik baskılara rağmen sergilediği yaklaşım sayesinde Katar'ın varılan uzlaşıda en karlı çıkan aktör olduğu açıktır. Dolayısıyla Katar, başta Riyad yönetimi olmak üzere herhangi bir bölge ülkesinin kendisine yönelik tahakküm politikasına müsaade etmeyeceğini göstermiştir. Dış politikada otonomi alanının daralmasına sebebiyet verecek bir zorlamanın Doha yönetimi tarafından kabul edilmeyeceğini güçlü bir şekilde ortaya koymuştur. Böylece Katar masaya otururken artık daha özgüvenli olduğunu ve muhataplarına bundan sonraki süreçlerde Doha ile daha eşit ilişki kurulması gerektiğini kanıtlamıştır. Bu sebeple mevcut uzlaşının Katar'a krizden onurlu bir şekilde kurtulma imkanı tanıması ve Katar'ın çıkar hanesine çok olumlu yansıması sebebiyle Doha yönetimi tarafından onaylandığını söylemek mümkündür.
Suudi Arabistan açısından bakıldığında ise Katar'a yönelik baskı politikasının işe yaramamış olmasının yanı sıra Riyad yönetiminin iç ve dış politikada birçok sorun karşısında savunmacı pozisyon almaktan kurtulamaması son derece önemlidir. Veliaht Prens Muhammed bin Selman (MbS) bu uzlaşı sayesinde bir yandan Biden dönemine hazırlık yaparken diğer yandan aslında kendisinin dış politikada ne kadar pragmatik bir aktör olabileceğini göstermek istemiştir. Cemal Kaşıkçı cinayetinin olumsuz imajını silmeye çalışan MbS, Biden'ın yeni dönemde Suudi Arabistan'ı baskılayacak politikalara yönelmesi durumunda şimdiden Suudi Arabistan'ın yumuşak karnı olabilecek başlıkları alelacele kapatma derdiyle hareket etmiştir. Biden'ın yeniden İran'a bölge siyasetinde geniş alan tanıması ihtimali belli ki Riyad'da panik havası oluşturmuştur. Dolayısıyla BAE gibi aktörlerin hoşnut olmamasına rağmen Katar ile uzlaşı sağlanması Suudi Arabistan tarafından ileriye yönelik kazançlı bir hamle olarak değerlendirilmiştir.
Uzlaşıdaki bir diğer aktör olan ABD Başkanı Donald Trump'ın damadı ve danışmanı Jared Kushner, zirvede boy göstererek Suudi Arabistan ile Katar arasındaki anlaşmanın sağlanması için çaba sarf etmiştir. İç siyasi gerilimlerle mücadele eden Trump'ın Ortadoğu'daki arabuluculuk çabasıyla ne kadar ilgilendiği müphemdir. Bunun yanı sıra Kushner'in çabalarının ABD dış politikası açısından elbette karşılığı olmasına rağmen söz konusu çabanın hasredildiği asıl adresin İsrail olduğunu belirtmek gerekir. Önümüzdeki süreçte İran meselesinin merkezde yer alacağı Ortadoğu siyasetinde, İsrail'in Tahran yönetiminin yalnızlaştırılması için şimdiden ön alıcı hamlelerde bulunduğu görülmektedir. Dolayısıyla Kushner ve İsrail açısından Katar ile Suudi Arabistan arasındaki uzlaşı, Doha yönetiminin Tahran tarafında yer alacağı bir bölgesel güç dengesini engelleme girişimi olarak değerlendirilebilir.