Son zamanlarda Ortadoğu'daki hangi kriz alanına bakılsa Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) bir şekilde doğrudan veya dolaylı olarak yer aldığını görmek mümkün. Bunun son işareti BAE'nin telkinleri ve baskıları neticesinde darbeci general Hafter'in Moskova'daki zirveden anlaşma metnine imza atmadan apar topar ayrılma kararında karşımıza çıktı. Oldukça agresif bir dış politika sergileyen Abu Dabi yönetimi her seferinde bölgede Türkiye'nin ayağına çelme takmak için büyük çaba sarf ediyor. Bu açıdan BAE dış politikasına yakından bakılması gerekiyor. Peki, neden BAE ölçeğindeki küçük bir ülke böylesi riskli bir dış politika sergilemektedir?
BAE'nin tehdit tanımlamasına bakıldığında iki başlık ön plana çıkıyor: siyasal İslami hareketler ve İran. Abu Dabi siyasi meşruiyetinin halktan alan ülkelerin egemen olduğu bir bölgesel düzenden ziyade darbeler ve dış müdahaleler neticesinde iktidarın ordu veyahut seçkin bir zümreye verildiği dolayısıyla iktidarın kolayca değiştirilebildiği bir düzenden yanadır. Zira bu modele alternatif tek oluşum mevcut yapı itibarıyla siyasi İslami hareketlerdir. Bu açıdan bakıldığında Müslüman Kardeşler hareketi ile doksanlı yıllardan itibaren başlayan gerilim 11 Eylül sonrası BAE'nin sert tutumuyla iplerin kopması ile neticelenir. BAE, Arap isyanları sürecinin başlamasıyla birlikte bölgede rüzgarı arkasına alan İhvan'ı terör örgütü olarak ilan ederek ulusal ve bölgesel güvenlik noktasındaki yaklaşımını ortaya koymuştur. BAE, siyasal İslami hareketlerin doğrudan kendi rejim güvenliğini tehdit ettiğini öne sürüyor ve herhangi bir başka ülkede iktidar şansı yakalaması durumunda bunun diğer ülkeler içinde model olabileceğini düşünüyor.
Dolayısıyla bölgedeki kriz alanlarında ne kadar seküler aktör varsa arkasında hep BAE'nin desteğini açıkça görülüyor. Abu Dabi yönetiminin Suriye'de YPG/PKK, Libya'da General Hafter ve Filistin'in lideri olması için büyük çaba sarf ettiği Dahlan'a verdiği destekler örnek olarak gösterilebilir. Bu elbette dini motivasyonlu radikal hareketlerle iş tutmadığı anlamına gelmiyor. İç çatışmaların yaşandığı Libya, Yemen ve Suriye gibi ülkelerde İhvan ve siyasal İslam karşıtı hareketlerle çalışan BAE Ortadoğu'da iktidarın nasıl belirleneceği meselesinde Batı sömürgeciliğinin modern yorumcusu gibi hareket ediyor. Dolayısıyla BAE tüm dış politika kurgusunu bölgede 20. yüzyıl siyasal düzen statükosunu korumak üzerine tasarlıyor.
BAE bu adımlarını atarken şüphesiz güç dengesine ve özellikle küresel aktörlerle kurduğu yakın iş birliklerine özen gösteriyor. Muhammed bin Selman'ın Riyad'da ipleri eline almasını sağlaması ve İsrail ile kurduğu stratejik iş birliği BAE'nin elini rahatlatıyor. Türkiye ve İran karşısında Mısır ve Suudi Arabistan eksenini güçlendirmeye çalışan BAE için İsrail ile stratejik iş birliği, istihbarat başta olmak üzere birçok alanda güç kapasitesine katkı sağlıyor.
ABD'nin Ortadoğu'da açtığı alanı kendi lehine doldurmak için tıpkı İran gibi BAE de etkinliğini ve nüfuzunu artırmaya çalışıyor. Ortadoğu'nun geleceği açısından BAE'nin hem Batılı ülkeler ile aynı vizyona sahip olması hem de aynen ABD'nin istediği gibi elini taşın altına koyarak maliyetler üstlenmesi kendisine geniş hareket alanı imkanı sağlıyor. Özellikle Trump yönetimi ile birlikte İran'ın sınırlandırılması meselesinde İsrail ile birlikte inisiyatif üstlenen BAE, ABD'nin topyekün bir saldırıya yanaşmadığını ve cerrahi müdahaleler ile Tahran'ı dize getirmeye çalıştığını idrak etmesinden sonra ciddi bir geri adım attı. Zira sınırlı operasyon yapıldığı takdirde cevap üretmeye çalışacak olan İran füzelerinin ilk hedeflerinden birinin Abu Dabi olması kaçınılmaz. Bu gerçeklik aynı zamanda BAE'yi oluşturan emirliklerin ortak dış politika konusunda tereddütlerini yansıtmasına da fırsat tanıdı.
İran konusunda geri adım atan BAE diğer bölgesel meselelerde eksen kaymasının önüne geçmek ve ikinci bir domino dalgasının önünü kesmek istiyor. Bu yüzden de ilk taşın devrilmemesi yani Libya'daki vekil aktörü Hafter'in sonuna kadar saldırgan davranması için baskı kuruyor. Halihazırda Libya ve Suriye bölgesel düzenin nasıl şekilleneceğinin aynası konumunda. Her iki meselede Türkiye'nin ana aktör olması ise İsrail/ABD'nin bölgedeki kolu olarak görev yapan BAE'nin sıkletine fazla gelmektedir.